Ahmet Taştan yazdı
Benim fark ettiğimi size de fark ettiniz mi? Bu sene camilerde çocuk cıvıltıları, çocuk sesleri kulaklarımızın pasını siliyor. Ramazan'ın gelişine çok sevinmiş, ardından da o hadis-i şerifi duyunca daha çok mutlu olmuştum. Şimdi bunların üzerine teravih kılan çocukların seslerini duymak beni umutlandırdı gelecek için.
Bir noktada düşündüm ki acaba saflarımızı şenlendiren bu çocuklar, Gazze,de şehit düşen masumların ruhları mıdır? Dünyada birçok kişinin hidayetine vesile olan bu masum çocuklar bizim çocuklarımıza da dokunmuş olamazlar mı?
Gazze’de masumlar toprakla buluşurken bizim çocuklarımız da seccadelerde buluşmuş olamazlar mı?
Bahar gülen yüzünü gösterdinde tabiattaki kuş sesleri insanı nasıl mutlu ediyorsa; çocukların camideki sadece sesleri değil koşturmaları, bağrışmaları, güreş yapmaları... Her bir şeyleri bizi memnun ediyor.
Bu mübarek ramazan ayın kokusunu okulumda da fark ettim. İlk gün de Ramazan ayının bütün ağrılı koridorlarda, sınıflarda ve gönüllerde hep hissettirdi kendisini.
Büyük şehirlerde ve farklı insanların bulunduğu yerlerde Ramazandan haber olmasa da... Keyfine düşkün, rahata alışmış, haz ve hız nesli namazın kıymetini bilmedikleri gibi şimdi de orucun kıymetini bilmiyorlar. Rabbim, ne diyor kutlu sözlerinde “Dileyen inanır, dileyen inkar eder!” İnkar edenler bilsinler ki yarın hesap var.
İnsanları en çok üzecek şey nedir biliyor musunuz? Bazılarında ki hastalık inkar değil de tembellik. Sırf tembelliğinden dolayı büyük mükafatı görmezden gelmeleri ise tam bir nasipsizliktir.
Çocukken yaşamış olduğumuz Ramazan hatıralarımız vardır. Tekne orucu tutmuştur mesela herkes... “Öğleye kadar tut, öğleden sonra iftar edersin” diyen büyükleri hatırlıyorum. Bizi böylece alıştırıyorlardı oruca. İstediği zaman yeme içme imkanı olan benim gibi insanlar, oruca nasıl alışacaklardı ki? Orucu, horoza benzetirler ve “kuyruğundan tutuver” dediklerini de hatırlarım
Biz amcam, eşi (büyükannem) oğlu, gelini, torunları, ben ve abim, annem, babam aynı avlu içinde yaşardık. Sıkça birbirimize gider gelirdik. Bazen de hınkal yaparlardı, içine bir lira para koyup, bakalım kime çıkacak, kim şanslı olacak diye takip ederdik.
Bir de Ramazan çörekleri olurdu. Tabanca gibi tutardık, ve ucundan ısırırdık, yemesi lezzetliydi. Uzun ağustos günlerinde oruç tutmanın ne olduğunu yaşamış biri olarak halsiz kalınca kendimizi nereye vuracağımızı bilemezdik. Bazen unutup da bir şeyler atıştırmak istediğimi hatırlamıyorum.
Ben oruç konusunda çok erken büyüdüm. Yedi yaşımdan bu yaşıma kadar hiç orucumu kaçırdığımı hatırlamıyorum.
Dudaklarımın kuruduğunda yüzümüze su serptiğimizi, gargara yaptığımızı, saçlarımızı ıslattığımızı daha dün gibi hatırlıyorum.
Sonra o tarihlerde 30'a yakın cami bulunan İnegöl'de her akşam başka bir yerde kılardık teravihi. Daha önce içinde iki rekat namaz bile kılmadığımız camilere koşup koşup giderdik.
Çocukların ramazanı başkaydı. Bugünlerde de camilerde, iftarlarda, teravihlerde çocukluklarını yaşıyorlar. Bir ömür boyu ibadet dolu hayat temenni ediyorum onlar için. Sesleri hiç kesilmesin kubbelerden.