Ahmet Taştan'ın köşe yazısı
Zaten tarihi olayları anlatırken Kur'an ayetlerinin konuyla alakalı bölümlerde zikredilmiş olması yine kitabın en önemli, en temel özelliğiydi. 440 sayfalık bir kitapta mümkün olduğu kadar tarih ve ayetler yer aldığı gibi bazen konu, özel bir başlık açmaya da elverişli olunca bir sohbet havası ile devam edilmiş. Örneğin emanet, ehliyet, liyakat konusu anlatılmış Kabe’nin anahtarı verilirken...
Okurken birkaç yazım hatası tespit ettim. Bunu da yazarına ulaştırmayı düşünüyorum. Bunlarda zaten kasıt ya da bir yanlışlık yok. Bu tür eksikler gözden kaçabiliyor.
Kitabı okurken altını çizdiğim satırlar çok fazla, yanına yıldız attığım satırlar daha az, lazım olduğunda rahatlıkla bulayım diye üstüne notlar yazdığım sayfa sayısı daha da az. Kitabın satırlarını çizmeden okuyamıyorum. Okumuş olduğumun işareti ve izi olsun gibi bir beklentim var galiba.
Satırlar arasında roman tekniği olan geri dönüş yöntemi de çok kullanılınca bu bize duygusal hisler kazandırmış. Mesela Mekke'ye girerken Peygamber Efendimiz (sav)’in zihninden geçen düşüncelerin neler olabileceği tahmin edilip duygusal bir atmosfer oluşturulmuş. Kabe'nin anahtarını Osman bin Talha'ya teslim ederken, yıllar önce “Bu anahtarı benim elimden alacaksın demedin mi?” sözü aktarılmış.
Muhtasar/özet halinde bir tarih kitabı olmasına rağmen ikinci derece diye değerlendirilecek bazı olaylara da yer verilmiş. Mesela Peygamber Efendimiz (sav)’in Ashab-ı Suffa'dan -önce- on sahabeyi; sonra da güvence verildiği için yetmiş sahabeyi başka bir kabileye tebliğ ve davet için göndermesi ve bunların şehit edilmesi, ciğerimi parçaladı. Peygamber Efendimiz (sav)’in neler hissettiğini düşünerek üzüldüm.
Medine'de oturan ve Evz ve Hazrec arasından devamlı fitne çıkarıp yıllardır savaşlarına sebep olan Yahudi kabileleri Beni Kaynuka, Beni Nadir, Beni Kureyza... Efendimiz (sav)’in hicretten sonra yapmış olduğu Medine anlaşmasına ihanet edip, uymadıklarını görmek, onların huylarını yakından tanımak bugünkü İsrail'in Gazze'de yaptığı zulmü anlamayı kolaylaştırıyor. Akılları kestiğinde, güçlerinin yeterli olduğunu anladıklarında ne anlaşma tanıyorlar ne insanlık prensibi. İhanet, hainlik, adam satma, peygambere düşmanlık yapma ve benzeri...
Son bölümde Hz. Peygamber Efendimizin değişik yönlerini ele alması (bir öğretmen, bir komutan bir eş olarak...) kronolojik sırada söylenmemiş vasıflarına da yer vermesi güzeldi. Birkaç tane hadis ile karşılaştım ki daha önce okuduğum kitaplarda hiç denk gelmemişim (yanına araştırmak üzere not düştüm) ya da okurken hatırlayamadım hadis-i şeriflerdi.
Sanırım cümleler eşit şekilde dağıtılmış. Yani tarihi olaylar, bu esnada gelen ayet-i kerimeler ve duygusal cümleler... Peygamber anlayışına da işaretten satırlara rastlıyoruz. Kur’an-ı Kerim bizim nasıl bir peygambere inanmamız gerektiğini açıkça beyan ettikten sonra, bir masal kahramanı veya bir efsane insanı gibi değil, bizim gibi beşer ancak Allah'tan vahiy alma yönüyle bizden üstün bir peygamberden bahsediyor.
Satırlar boyunca tutmuş olduğu üslubu ve heyecanı hiç düşürmeden, bir iki ufak yerin dışında tekrara düşmeden anlatmış olması eserin başarılı sayılmasına sebep gösterilebilir. Bir siyer kitabı böyle olmalı diyebileceğiniz bir formatı içinde taşıyor. Ramazan el Butî'nin Siyer-i Nebi kitabındaki önce olay, sonra çıkarılacak dersler bölümlerinin harmanlanmış olduğunu görmek zor olmasa gerek.
Liseli gençlerin “ben hiç siyer/ peygamberin hayatını okumadım” mazeretini ortadan kaldıracak bir kitap olduğuna işaret etmek durumundayım. Okuyalım mı diye soruyorsanız? Zahmet olacak ama kitabı bulup okuyorsunuz vesselam.
AHMET TAŞTAN