“Taşın suyunu çıkartan adam”…  Altyazıda böyle yazıyordu haber kanalın canlı yayınında.  Sonuna yetişmiştim mülakatın, ilgiyle izledim. Yaptıklarını anlatıyordu, Faruk DURUKAN… Kendi ürettiği santrifüj makineleri ile, bitkilerin, sebzelerin özünü çıkartıyor, ekstratlar üretiyor, farklı yöntemlerle ürettiklerini değişik alanlarda kullanıyormuş… Bildiğimiz “taş”ın bu yöntemle suyunu çıkartmış, elde ettiği sıvı ile kumaşı yıkayıp kurutmuş, yanmayan kumaş elde etmişti… Başka birçok şey anlattı yayında… 

Not aldım ismini. Ertesi gün ilk işim internetten araştırmak oldu, kimliğini, neliğini, niceliğini…

Edremit’te ikamet ediyor, “Kale Natürel” diye bir firmanın sahibi, ilkokul mezunu bir mucitmiş… Telefonunu buldum, aradım; yerinde yokmuş, not bıraktım. “İnegöl Anadolu Lisesinin müdürüyüm, akşam canlı yayında izledim ve mutlaka görüşmek, tanışmak istiyorum kendisiyle” diyerek telefon numaramı kaydettirdim sekreter hanıma…

Birkaç gün sonra iletişim kurabildik onunla… Kendimi tanıttım, heyecanımı anlattım. “Sizi İnegöl’e davet ediyorum, öğrencilerimle tanışmanızı istiyorum, hayat hikâyenizi,  yaptıklarınızı, hedeflerinizi hayallerinizi, çalışma yöntem ve tekniklerinizi öğrencilerime anlatmanızı istiyorum” dedim.  Çok mutlu oldu, “Çok yoğunum, gerçekten meşgulüm, aynı anda birçok projeyi, üniversitelerle ortak çalışmayı yürütüyorum, hiç vaktim yok hocam” dedi… Israr ettim, yalvardım adeta... “Bir gününü bize ayır, ne gerekiyorsa yapmaya hazırım” dedim. “Peki, o zaman bir program yapayım” dedi, vedalaştık….

Her hafta aradım neredeyse, kimi zaman görüşemedik, kimi zaman kısa görüşmelerimiz oldu. Bir türlü programına alamadı bizi…

İlçe Milli Eğitim Müdürümüzle görüştüm konuyu. İlçedeki liselerimizin fen alanı öğrencilerini, Kültür Sarayındaki konferans salonuna toplayıp, mucit işadamı, Faruk DURUKAN ile buluşturma programı planladığımı anlattım. Uygun görüldü idarece… Günü ve saatini belirleyip bir de afiş tasarladım, maille ulaştırdım Faruk beye… Ardında aradım kendisini “Emrivaki oldu ama artık gelmek zorundasın. Programını o güne ayarla abi” dedim.. Gülüştük, “tamam, o gün oradayım” dedi…

Hazırlıklı geldi, video ve sunumlar yüklemişti bilgisayarına… Tüm okulların fen alanındaki öğrencileri pür dikkat dinlediler onu. Sebze ve meyvelerin öz suyunu nasıl çıkarttığını anlattı, İspanya’nın dünyanın en büyük domates üreticisi olduğunu ancak domatesten daha çok kabuğundan (bizde salça fabrikalarının atığı sayılan) faydalandıklarını anlattı. Domates kabuğundan elde edilen ekstratların ilaç sanayinde nasıl kullanıldığından ve nasıl büyük bir ekonomik kaynak üretildiğinden bahsetti… Santrifüj yöntemiyle, her türlü gıda maddesinin ve hatta taşın suyunun nasıl çıkartıldığını, bunların ayrıştırılarak nasıl ve hangi alanlarda kullanılabildiğini anlattı. Çocuklar hayranlıkla izlediler yaptıklarını; sorular sordular, bıkmadan cevapladı hepsini…  Bir saatten fazla sürdü program, birlikte çıktık salondan… 

“Şimdi İnegöl’ün köftesini ikram edelim size ama öğleden sonra okulumda olacaksınız. Fen alanı öğrencilerimle bir süre vakit geçirmeniz lazım. Daha özel, daha samimi ve butik bir toplantı olsun istiyorum” dedim. Nedenini sormadı, kabul etti… 

2007 yılıydı ve Anadolu kısmında 2 fen şubemiz vardı. Kimya-biyoloji laboratuvarına topladık öğrencileri, Faruk beyle birlikte ben de girdim. Tekrar tanıttım onu çocuklara, bize vakit ayırdığı için teşekkür ettim. Azami ölçüde yararlanmak için bol bol soru sormalarını istedim… 

“İlk soruyu ben sorayım sizin adınıza” diyerek giriş yaptım. “Faruk abim, internetten araştırdım, siz de kendiniz anlattınız ki, büyük bir mucitsiniz… Bize lütfen anlatır mısınız? Mucit nasıl olunur, mucit gözüyle nasıl bakılır, icat nasıl çıkartılır?... Bu karşındaki genç topluluk, hayalleri, idealleri olan çocuklar… Size hayran kaldılar. Özellikle ilkokul mezunu biri olarak kendinizi bilimsel alanda bu kadar geliştirmiş olmanız, çok etkiledi onları. Sırrınızı söyleyin lütfen” dedim, yerime oturdum…

“Sırrım şu” dedi hızlıca, “icat yapmak istiyorsan doğayı takip edeceksin”… 

“Bakmayı becerebilirsen, ilgilenirsen, incelersen, merak edersen doğada ve kâinatta her problemin bir çözümü, her fikrin bir numunesi var…  Işıklar Askeri Lisesiyle birlikte yaptığımız TÜBİTAK projesinden bahsedeyim kısaca. Su itici özelliği olan bir sıvı elde ettik. Bu sıvı jet uçaklarının camlarına sürüldüğünde asla su ve buhar, tutmuyor, yüksek irtifada buzlanma olmuyor… Nasıl bulduk bu sıvıyı, dinleyin…

Tohum, toprağa ekilir, sulanır ve bir süre sonra çimlenerek büyür, bilirsiniz. Suyu fazla verirseniz tohum çürür, bitki de ölür. Böyledir değil mi? Ancak bazı bitkiler, aksine suyun içinde çimlenir ve büyür, pirinç gibi…  Peki pirinç tanesinde diğer tohumlardan farklı olan ne var ki, çürümüyor sizce... Bunu araştırdım ve pirincin kabuğunun (çeltik) su itici özelliği varmış, bunu öğrendim. Keramet kabuğundaymış yani… Pirinç fabrikalarında ayıklanıp tonlarca atık olarak zayi edilen çeltikten aldım bir miktar, santrifüj yöntemiyle suyunu çıkarttım..  Çeltiğin bu özelliğinden nasıl yararlanabileceğimi düşündüm sonra… Bir parça kumaşı bu sıvı ile yıkayıp kuruttum. Su çekmeyen kumaş olmuştu... 

Askeri okulun öğrencileriyle beyin fırtınası yaptık. Aynı mantıktan yola çıkarak bu sıvıyla silinmiş jet uçağının camında su damlacıklarının birikmediğini gördük… Önemli bir sorunu doğadan aldığımız referansla çözmüş olduk…

 Aynı şekilde, “zeytinyağı” üretiminde, zeytin posası ve alt suyu zehirli atık olarak bilinir… Büyük zeytin bahçelerim olmasına rağmen bu konuya hiç kafamı yormamıştım... Bir gün, ofisimde penceresinden dışarı bakarken bir kuş geldi, zeytin ağacına kondu ve zeytinlerden yemeye başladı; izledim onu… “Zeytin posası zehirliyse kuş neden zehirlenmiyor” dedim kendi kendime… 

Bu konuda yayınlanmış yüzlerce makale ve tezi okudum, kuştan aldığım ilhamla. Binlerce yıldır bu soruna bir çözüm bulunamadığını gördüm. Fakat enteresan bir şey vardı.  Bütün kimyasal analizler, zeytin sıkılıktan üç ya da dört saat sonrasında yapılmıştı. Bu kısa sürede bir fermantasyonun olmayacağı varsayılmıştı anlaşılan...  Kuşun midesinin olmadığını, bağırsağının çok kısa olduğunu bu nedenle, posanın kursakta ayrıştırılıp vücuttan hızlıca atıldığını, böylece fermente süresinin, posanın kuşun vücudunda kaldığı süre kadar olduğunu tespit ettim… Bu süre, üç saati geçmiyordu. O halde üç saat içerisinde bu posayı ve atık suyunu alıp işlersek zararsız hale getirebiliriz dedim… Üniversitelerden hocalarla çalıştık ve bin yıldır çözülemeyen sorunu çözdük. Bu gün zeytin posası, ilaç sanayinde ve gübre sanayinde kullanılıyor”….

Daha çok örnekler verdi öğrencilerime… Saatlerce kaldık laboratuvarda. O anlattı biz dinledik. Sorular soruları kovaladı…

Şöyle dedi en son: “doğaya inat hiç bir şey planlamayın, doğayı arkanıza, yanınıza alın... Fikirleriniz doğayla çatışmasın, siz kaybedersiniz”…

Mudanya’ya atandığımda da bırakmadım peşini… Fabrikasına ve üretim tesislerine gezi düzenledim, öğrencilerimle ziyaretine gittik, yerinde gördük yaptıklarını… 

Ben uzak kaldım bu camiadan ama Faruk DURUKAN icat çıkarmaya devam ediyor, sağ ve salim ayrıca…

Ezcümle : “Aslolan ilgiyi uyandırmaktır”…  İlham veren insanları bulun ve dinleyin…