Evvel zaman içinde, şehrin birinde, cihan şampiyonu usta bir pehlivan varmış. Tuttuğunu yener, bulduğunu devirirmiş… Şanı, şöhreti ülke sınırlarını aşar olmuş...

Yaş kemale erince bilgi - birikimini, tecrübesini yeni nesillere aktarmak niyetiyle mahallenin gençlerini toplamış etrafına.  Karşılıklı müsabakalar yaptırmış ve içlerinden en yetenekli çocuğu keşfedip bildiği ne varsa öğretmiş ona. Günler ayları, aylar yılları kovalamış, çocuk yetişkin bir delikanlı, cevval bir sporcu olmuş. Hocası gibi her müsabakadan galip, her turnuvadan şampiyon çıkar olmuş. 

Bir gün hocasına, "Hocam senin bana öğreteceğin başkaca bir oyunun kalmadı. Beni azat et, büyük şehirlerde, başka diyarlarda güreşeyim, dünya duysun, tanısın beni. Senin gibi meşhur bir sporcu olayım" diyerek öpmüş elini, helalleşip ayrılmış hocasından...

Girdiği her müsabakayı kazanmış, sıkletindeki herkesi devirir olmuş. Karşısına geleni ezmiş, onlarca madalya getirmiş gittiği beldelerden. Öyle ki, rakibi kalmamış dünya yüzeyinde…

Yıllar sonra dönmüş memleketine, dikilmiş hocasının karşısına, namağlup bir sporcu olmanın verdiği özgüven ve kibirle : "Bana öğrettiklerinle herkesi yendim, gayri bir emelim kaldı hocam. Son kertede seninle güreş tutuşup yenmek istiyorum seni.  Ancak o zaman içim rahat edecek, ancak o zaman cihan şampiyonu sayacağım kendimi"…

“Tamam” demiş hocası, kispetler giyilmiş, kuşaklar bağlanmış, cumhurun huzurunda kapışmış iki şampiyon...

Yaşlı kurt, bir hamlede paçasından yakalayıp çalmış yere delikanlıyı. Çökmüş boynuna, tek bir oyunla tuş eylemiş... Hırsından ağlamış delikanlı, “Hani sen bana her oyunu öğretmiştin, bu neydi peki?. Daha önce hiç görmediğim, duymadığım bir hamleyle perişan ettin beni. Demek öğretmediğin, esirgediğin bir şeyler varmış, aşkolsun" deyip sitem etmiş hocasına...

Hocası paçasının tozunu silkerken, vermiş son dersini : "Evladım, ben sana bildiğim her şeyi öğrettim, yemin şart ederim ki bu böyle... Yalnız, sen gittikten sonra, elbette ki ben de boş durmadım, yeni şeyler öğrendim. Bu öğrendiklerimle de seni yendim... Oysa sen, benim öğrettiklerimle kalmışsın, üzerine katmamışsın belli ki"...

Efendim bendeniz Yusuf hoca, on yıllar önce yine bu gazetede, yine bu köşede, yine her salı yazar idim... Baktım da, 21 kasım 2011 de yazmışım son yazımı. Ve bir gün sonrası, ardımdan sitayişle bir yazı kaleme almıştı değerli dostum Ömer ŞEN… Son günlerde ısrarcı oldu sağ olsun, mutmain oldum, ikna oldum, müteşekkir oldum ve döndüm…

Geldim yine, dilimiz döndüğünce, kalemimiz tuttuğunca yazmaya geldim… 

Geldim gelmesine de, ne ben on yıl önceki ben, ne İnegöl eski İnegöl, ne dünya eski dünya, ne okuyucu on yıl öncenin adamı...

Çok sular akmış kuzum, devran çok fena dönmüş... Teknoloji almış başını gitmiş, dijital çağ bodoslama girmiş hayatımıza.  “Z” kuşağı diye bir afacan kuşak gelmiş ki, ne geliş... Dur desen durmaz, oku desen okumaz, yaz desen yazmaz, dinle desen... E benim de hedef kitlem bu nesil olmalı. Zira bizim kuşak ve bir sonrası, anlar beni zaten; aynı müesses nizamda yaşadık zorlukları, yoklukları, anarşiyi, dostluğu, isyanı, nisyanı… Hatıralarımız ortak, emellerimiz benzer bizim; empati de kurarız bir şekilde, seviniriz de, ağlarız da birlikte. Milliyetçiyiz icabında, dindarız aynı zamanda, kavgaya da geliriz, sevgiye de, küsmeden darılmadan. Gerektiğinde bir de oluruz, bin de; bi şekilde uzlaşırız anlayacağın… 

Benim derdim, inatla bizi çatıştırmaya çalışan küreselcilerin ağındaki gençlik… Onlara ulaşmalıyım acilen. Spordan bahsetmeliyim onlara, eğitimden, ahlaktan, erdemden söz etmeliyim… Bu jenerasyonla iletişim kurabileceğim damar bulmalıyım. İlgilerini çekmeliyim, etkilemeliyim, dokunmalıyım ucundan kıyısından hayatlarına…

Dijital çağın çocukları, sanal âlemde her yerdeler, hızlıca görünüp çıkıyorlar. Bilgi kaynaklarını tarıyorlar, kaymağını alıp ayrılıyorlar, sindirmeden, özümsemeden… Malumatla yaşıyorlar, fast-tech obezi olmuşlar... Uzun yazıları okumuyorlar görüyorum, hatta bir dakikadan uzun süren videoyu bile izlemiyorlar… 

On yılda ben de geliştirdim kendimi, değiştirdim, dönüştürdüm hatta. Fikirlerim de yontuldu, ideolojik saplantılarım da evrildi doğrusu. İnançlarımı da sorgular oldum, vazgeçtim sualsiz kabullenmekten, “z” kuşağımız gibi. 

Bu köşede, aynı dünyaya farklı pencereden projeksiyon tutmayı deneyeceğim, bizim kuşağın hatıralarıyla, gençlerimizin ilgisini çekmeye niyetliyim… 

Gazamız mübarek olsun. Basiret ve feraset diliyorum Rabbimden. Gönül kırmadan, incitmeden, ağyara dokunmadan, doğruya, güzele, iyiye sevk ederiz, uzun yıllar inşallah…. 

Yusuf Şevki YÜCEL