Hazret-i Mevlana ve Şems-i Tebrizî’nin kişiliklerinde belirginleşen maneviyat tarzı bugün modern kentlerde boğulan insanlara umut veren bir can simidi ve selamet vesilesidir.

Geleneksel ilişkilerin çözülmeye, toplumun modernleşme sürecinde dağılmaya başladığı bir süreçte alışılmışın dışında ilişkiler oluşmaya başladı. Artık koşulsuz teslimiyete dayalı mürşid-mürid ilişkisi inandırıcı ve güven verici bir zemin bulamıyor. Bu durumda ağabey-kardeş ya da üstat-talebe ilişkisi öne çıkmaktadır.

Bu süreçte bireyin yok sayıldığı bir hiyerarşinin yerini bireylerin karşılıklı ilişkisine dayanan Şems-Mevlana modeli alabilir. Bu modele selam modeli diyebiliriz. Bu durum tasavvufu vicdanî ve irfanî olarak yaşamak isteyen insanlardan oluşan dostlukları gerektiriyor. Çünkü günümüzde zavallı bireyler eriyip kaybolmaya, cemaatlar duygularıyla hareket eden mizaçların yığılma yeri olmaya adaydır. Kimliksiz bir insan yapısının oluşturulduğu seküler bir süreçte duygusal yapılanmalar kalıcı olmaz.

Yüreğimizi acıtan istismar numuneleriyle değil vicdanımızı besleyen örnekleriyle manevî hayatımızın olgunlaşmasında muhtaç olduğumuz bu model, güven ve içtenlik zemini üzerinde yeşerir.

İrşad bağlamında mürşid ve mürid karakterlerinin zaman zaman yer değiştirdiği, mutlak olmadığı bu tarz ciddî ve cevval bir süreçtir. Dede Paşa Hazretleri’nin “Artık Allah’ın veli kullarını sakallılar arasında aramayınız. Bundan sonra birbirinizin mürşidi olacaksınız.” tespitiyle özetlenen bu ilişki biçimi ile alışılmış anlamdaki şeyhlik kapısı kapanır, dostluk kapısı açılır.

İslam, iman ve ihsan sürecinde oluşan aşk ve irfan derinliğinde Şems ve Mevlana’nın zaman ve mekanları aşan mesajları bize manevî birer mirastır. Bu aşk ve irfan mirası bilim, ahlak ve siyaseti beslediği oranda kurtuluş vesilelerimiz olacaktır.

İslam, birilerinin sırf hayatta kalabilmek için tutunacağı bir dal, bir araç değil fıtrî bir süreç, ilahî bir selamdır. Birer ifrat ve tefrit çukuru olarak Doğu ve Batı hayatın bütününü kuşatan şecere-i tubanın[1] yani bütün katmanlarıyla varoluşun gübreliği olmaktan başka bir anlam taşımıyor.

Sermayenin amaç olduğu, ailenin çökertildiği, bireylerin kaskatı birer enaniyet heykeli haline getirildiği, devletlerin zulüm makinelerine dönüştürüldüğü bir dünyada ancak severek Allah diyenler, nübüvvet-i Muhammediye’nin gölgesindeki velayet-i Ahmediye’ye intisap edenler takvanın ruhu, selamın yayıcılarıdır.

 


[1] Tuba ağacı, varoluş ağacı.