Arkadaşlar Hasan Mezarcı’yla ilgili bir video gönderdiler. “Kur'anı Kerimde kendisini öven, ancak sana kulluk ederiz diyen Allah mıdır? Yoksa bu söz Hz. Muhammed’in sözü müdür?” konusunda Kur’anı kerimin peygamber sözü olduğunu savunuyordu.

Soru:

Kur'anı kerimde kendisini öven, ancak sana kulluk ederiz diyen Allah mıdır? Yoksa bu söz Hz. Muhammed’in sözü müdür?

Cevap:

Önce övgü konusuna bakalım.

Övgü anlamını taşıyan üç sözcük vardır. Hamd, medih, sena. Bunlar yakın anlamlı sözcüklerdir. Fakat terim olarak hamd bütün övgü türlerini içerir.

Hamd şükürle de ilgilidir. Ancak dilcilerin çoğunluğuna göre şükür, kişinin kendisine yapılan bir iyiliği bilip sahibine övgüyle karşılık vermesi, bunu başkalarına duyurmasıdır.

Şükür yapılan iyiliğe karşı farkındalıkla karşılık vermektir.  Bu anlamından dolayı “Bana iyilik yaptığının farkındayım.” bilinciyle teşekkür ederiz. Sözcük olarak teşekkür şükürlenmek demektir.  Kendimize dönük bir tavırdır.

Sena birinin iyi niteliklerini dile getirmek demektir. Namazda okunan Sübhâneke ve Kunut dualarında “senâ” sözcüğü vardır. Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem teheccüd namazının secdesinde şu niyazda bulunurdu: “Allahım! Gazabından rızâna, azabından affına sığınırım. Senden yine sana sığınırım. Seni layıkıyla senâ edemem. Sen kuşkusuz kendini senâ ettiğin gibisin.”[1]

Hamd ise birini nitelemek, tam anlamıyla iyilik yapıcılığını dile getirmektir. Bu eylem dolaylı olarak övgü olarak anlaşılır. Buna göre hamd şükür, medih ve senayı içerir.

Elmalı Hamdi Yazır, hamdın hem hazır hem umulan nimetle, şükrün ise sadece hazır nimetle ilgili olduğunu söyler. Mesela imkânımız olsa da olmasa da hamd ederiz. Çünkü hamd duanın başlangıcıdır. Şükür ise imkân varsa söz konusudur. Olmayan göz için, kulak için, sağlık için şükredilmez.

Hamd Kur’anı kerimde övgü, emir, minnet duygusu, şükür ve namaz anlamlarında kullanılır. Hamîd ismi dışında Allah’a nisbet edilen hamdlerin konuları şöyledir: Allah’a övgü, O’nu kendisine yakışmayan niteliklerden tenzih etmek, bu nedenle on dört ayette tenzih anlamına gelen tesbih kavramıyla birlikte kullanılır, Rahman, Rahîm, Alîm, Kadîr gibi yüksek niteliklerle nitelemek, kâinatın maddî-mânevî düzenini sağlamak, lütuf ve nimetleri dile getirmek… “Elhamdu lillâhi rabbi’l-âlemîn” ayeti Kur’anı kerimde 7 yerde, “elhamdülillah” biçimiyle 23 yerde geçer. Bu söz emir niteliğinde bir ihbar olup müminlere yol gösterme ve öğretim amacı taşır.

Allah kendisine hamd eder mi?

Allah’ın kendine hamd etmesi her gün -söz gelişi- bin kez “elhamdulillah” diyerek kendini övmesi değildir. Kendi niteliklerinin her türlü övgüye layık olduğunu bilmesi ve kullarına yol gösterip onları terbiye etmesi demektir.

Allah’ın kendi niteliklerinin eksiklikten uzak olduğunu bilmesi, onları bizim gibi sayı olarak değil bilmesidir. Yani O’nun kendisini bilmesi kendisine övgüdür. Çünkü kendi kemalini layıkıyla ancak kendisi takdir edebilir. Peygamber de olsa başkası değil. O’nun kendini övmesi tesbih, tahmid, tekbir ve tehlil anlamına gelir. Dolayısıyla kendisi için Sübhallah, elhamdülillah, Allahu ekber, la ilahe illallah der, bize yol yordam gösterir.

Haşir suresinin son üç ayetinde (Hüvellahüllezi…) Kendisinden başka ilah olmadığı vurgulanarak Allah’ın birliğinin bildirildiğini, nitelikleri anılarak övgü ve yüceltmeye yer verildiği, “Allah, müşriklerin iddialarından münezzeh ve yücedir.” mealindeki cümleyle de tesbih ve tenzihe vurgu yapıldığını görürüz.

“Seni layıkıyla senâ edemem. Sen kuşkusuz kendini senâ ettiğin gibisin.”[2] cümlelerinde geçen “sena” sözcüğü Allah’ın selbî ve subuti yani anlayabildiğimiz ve anlayamadığımız her türlü niteliğini dile getirmek anlamındadır. Yani “sena”nın anlamında hem hamd hem medih hem tesbih hem tenzih hem tevhid vardır. Çünkü, Allah’ın tam olarak övülmesi bunlarla olur. Bu övgüyü de tam olarak ancak Allah yapabilir.

“Allah, O’ndan başka tanrı yoktur, en güzel isimler O’na aittir.”[3]  ayetinde rabbımızın kendisini nitelediği nitelikleri “el-esmau’l-hüsna / güzel isimler” olarak bildirmesi onun kendini tesbih, tahmid, tekbir ve tehlil ettiği anlamına gelir.

Fahreddin er-Râzî’ye göre hamd tenzîhî ve sübûtî sıfatlara kalben inanmak, onları dille ifade etmek, bu inanca uygun davranışlarda bulunmaktır. Bu tür kulluk şu nedenlerden dolayı sadece Allah’a yapılır:

Bütün lutufta bulunanlara bu hissi veren Allah’tır. Herkesin lutufkârlığı bir amaca yöneliktir. Ulaşacağı bir kemâl ya da amaç söz konusu olmadığı için Allah’ın lutufkârlığı tek ve hâlistir. Rabbımızın “Sizde nimet adına ne varsa hepsi Allah’tandır.”[4] buyruğu üzere yaratıkların elinde bulunan imkân ve nimetlerin sahibi Allah’tır.[5]

Şakīk-ı Belhî, kulun hamdisini şöyle tanımlar: Erişilen nimetin Allah’tan geldiğini bilmek, O’nun verdiğine rızâ göstermek ve nimetinin gücü bedeninde bulunduğu sürece O’na âsi olmamaktır.

Kur’anı kerimin kimin sözü olduğu konusuna gelince, Hasan Mezarcı’nın okuduğu “İnehu lekavlu resûlin kerim. / Kuşkusuz bu, keremli bir elçinin sözüdür.”[6] ayetinde “keremli elçi”nin kim olduğu lafız olarak belirtilmez. Konuyla ilgili olarak Kur’an Yolu adlı tefsirde özetle şu açıklama yapılır:

“Resûlullah hakkında söylenilen şair ve kâhin sözlerini dikkate alarak 40. âyetteki, “değerli elçi”den maksadın Hz. Peygamber olduğu kanaati az sayıdaki alimlerin görüşüdür. Tekvîr sûresinin 19. ayeti de aynı lafızları taşır fakat alimlerin çoğunluğun yorumuna göre bu ayetteki elçiden maksat Cebrâil’dir.

Bu iki yorumu birleştiren alimler ise şöyle derler: Bu iki yorum arasında çelişki yoktur. Zira Kur’an’ı Hz. Peygamber’e Cebrâil getirmiş, o da tebliğ etmiştir. Bu sebeple Tekvîr sûresindeki âyetin bağlamına Cebrâil, buradaki bağlama ise Hz. Peygamber uygun düşer.

Kur’an Allah’ın kelâmıdır. Nitekim 43. ayette âlemlerin rabbı katından indirildiği açıkça bildirilir. Buna göre Cebrâil ve Hazret-i Peygamber -Onlara salat ve selam olsun- Allah’ın kelâmını kullarına ulaştırmada aracı oldukları için söz ikisine de nispet edilebilir.

Kur’anı kerimin Allah’ın sözü olduğu Secde suresinde açıkça bildirilir. Rabbımız şöyle buyurur:

“Bu kitabın âlemlerin rabbi tarafından indirildiğinde asla kuşku yoktur. Buna rağmen ‘Onu (Muhammed) kendisi uydurdu’ diyorlar, öyle mi? Hayır! O, senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş bir toplumu uyarman için rabbin tarafından gönderilen hak kitaptır. Umulur ki doğru yolu bulurlar.”[7]


[1] Müslim, “Salât”, 222; Ebû Dâvûd, “Salât”, 148.

[2] Müslim, “Salât”, 222; Ebû Dâvûd, “Salât”, 148.

[3] Tâhâ, 8.

[4] Nahl, 53.

[5] Bkz. Hamd maddesi, İslam Ans.

[6] Hakka, 40.

[7] Secde, 2, 3.