Ali Kurnaz yazdı
Amin Maaouf, Lübnan asıllı Fransa’da yaşayan ve eserlerini Fransızca veren yazardır. Şarkiyatçı Edward Said gibi hem aile geleneğinde hem de kendisinde Doğu-Batı kültürünü taşımaktadır. Maalouf, Arapça konuşan, Lübnanlı bir Hristiyandır. Eserlerinde bu Batı-Doğu çatışmasının yanı sıra harmonisi de kendisini göstermiştir. Bölgeler arası diyaloglar kurmasının yanı sıra yaklaşık 25’li yaşlarına kadar Lübnan’da yaşamış Maalouf, bir Hristiyan olmasına karşılık İslâm’ı ve İslâm kültürünü de pek yakından tanımaktadır. Bu yüzden eserlerinde de dinler-kültürler arası diyaloglar yaşanmaktadır. Onun 100. Ad Eserinde, Kıyameti durdurmak isteyen bir kimsenin Londra’dan İzmir’e ve daha birçok kente kadar uzanan bir yolculuğu konu alınmaktadır.
Bu eserin ana karakteri Baldassare, bu yolculuğun muhatabıdır. Eser boyunca onun günlüğünü, böylelikle onun düşüncelerini-düşüncelerinin değişimlerini okuruz ve takriben 1665 Ağustos’ta başlayan günceler silsilesi bizi karşılar. Eser, 1665 ile 1667 yılları arasında geçmektedir. O zamanlarda Baldassare İzmirli Sabetay Sevi’nin öğretisi ve belli bir takım Sensüalist inançlar vasıtasıyla kıyametin 1666 yılında kopacağına inanmaktadır. Böylelikle günceler; hem kıyameti durdurmaya gayret eden hem de kıyameti karşılamaya kendisini hazırlayan birisine aittir. Bu 1666 yılındaki kıyameti durdurmak için de ancak Allah’ın 99 ismine ek olarak insanın bilgisine sunulmamış bir isim daha bulunmalıdır ki Baldassare’de bunun peşindedir.
Kitap boyunca Baldassare’nin psikolojisi ve dönemin büyük güçlerinin yorumlanma biçimi, toplumsal olaylara bir seyyah gözüyle bakma şansımız ve dönemin sosyo-politik zemininin okuyucuya ustaca aktarılabilmesi pek çok okuyucuyu kitabı “sıkıcı” olarak nitelendirmeye itse dahi bu kitabı bir Maalouf kitabı yapan özellikler bunlardır. Maalouf, 21. Yüzyıldan 17. Yüzyıl olaylarına ve toplumuna tesir eder. Bu bağlamda kitap bizi o dönemde yaşayan herhangi bir kimsenin güncesi olma özelliği de taşımaktadır. Dahası, Doğu-Batı ilişkisine rasyonel bir düzlemde yeni perspektifler ve heyecanlar kazandırmayı amaçlamaktadır.
Bunlar eserin genel muhtevasıdır fakat bu eserin göstermek istediği temel mesaj şudur: Putlarımız, idollerimiz ve takıntılarımız yok olmaya mahkûm ve onlar yok olduktan sonra biçare halde kalıyoruz. Baldassare eser boyunca 1666 yılında kıyametin geleceğine o denli inanmıştı ki günbegün nasıl da heyecanlandığını ve nasıl da dünyaya karşı bakış açısının değiştiğini görebiliyorsunuz. İnanmak istemese dahi bir şeyler onu bu 1666 yalanına itiyordu ve ondan da vazgeçemiyordu. Baldassare, hakikatin üstünü örtüyordu fakat hakikat kendisini gösterdiğinde de yaşadığı afallama Maalouf’un perspektifine girmiş bir husustur. Hakikat tohumunun üstündeki toprak kalktığı vakit: “O tohum orada değil!” diyen herkesin yaşadığı kaçışma, Baldassare’nin bir put üzerine kurulmuş hayatının düşüşü ve böyle bir yalana nasıl inandığı sorgulaması gözümüze çarpar.
Böylelikle Maalouf bizi bir sorgulamaya davet eder: Putlarımızın sonu geldiğinde, biz nasıl hissedeceğiz yahut buna hazır mıyız? İsrail meselesi bu hususta en açık örnektir. Ekim ayından önce toplumun, medyanın ve akademinin çok büyük bir kısmı İsrail’i savunuyordu fakat hakikatin üstündeki toprak kalktığında herkesin dünya görüşü ve vicdanı bir zelzeleye uğradı. Çevremdeki pek çok kişinin de “Ben yıllarca neyi savunmuşum?” dediğine şahit oldum.
Bu gibi özel örnekler çoğaltılabilir fakat günün birinde tahakkümün kökünün dünya üzerinden silinip atılacağına dair mutlak bir inanç ve dua içerisindeyim zira ben bir insanım. İşte o gün, en büyük putlarımız yok olduğunda insanlık; tarihi, teknolojiyi, felsefeyi ve medeniyeti yeniden yorumlamaya tutulduğunda, bütün sahip olduğumuz etik ve ahlaki değerler sorgulandığında gerçekten insan olma şuuruna erişebileceğiz.
Hülasa, 1666 aslında bir semboldür. Bizim kör inançlarımızın, hayatımızdan çıkardığımızda bütün hayat anlamımızı kaybedeceğimiz şeyleri sembolize eder. Bir yandan da Baldassare bu anlayışı bırakmak istememektedir de. Çok zorlanır ve hakikati görmek istemez fakat artık anlam orada bütün heybetiyle durmaktadır. Maalouf bizi böylece hareket etmeye ve putlarımızı yıkmaya çağırır.