Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, emanete ihanet eder.”   ( Hadis-i Şerif)

Emanet; güvenme, inanma güvenilme sonucu bırakılan eşya ya da manevi bir şey. Rahmet Elçisi’nin nübüvvet öncesi dahi adı EL Emin. Kendisine itimat edilen, her daim güvenilen kişi. Peygamberimize müminlerin halleri sorulduğunda, her türlü günah için, Müslüman yapmamalıdır ancak nefsine uyarsa hata yapabilir.

Tövbe ederse affedilir diye buyurmuştur. Ancak sadece “ yalan söyler mi?” diye sorulduğunda “Asla!” cevabını vermiştir. O, Müslümanda bulunmaz, münafıklık alametidir demiştir. Münafık; ikiyüzlü, ne idüğü belirsiz, kimliksiz, şahsiyetsiz insancık…

Mümin; adından da anlaşılacağı üzere, Allah’a inanmış, samimi bir kalple yönelmiş, şahsiyetli, güvenilir, kimlik sahibi kişi. O yüzden el emin olmalı, özü sözü bir, dürüst olmak zorunda. Güvenilir olan kişi de elbette doğru sözlü, sözünde duran, emanetine sahip çıkan kimsedir. Resulün deyimiyle bu hasletleri yoksa mümin kimliği de yoktur. 

Peki, o zaman hal böyle olunca, günümüzün Müslümanlarının hepsi bu özellikleri taşımakta mıdır? Elimizi açık yüreklikle kalbimize koyduğumuzda cevabımız ne olacaktır? Ortada korkunç bir hal vardır, gözlerin gördüğü ve şahit olduğu… “Ey iman edenler, ima ediniz!” ayeti, kulaklarımıza haykırmaktadır gerçeği. Sadece adları Müslüman olan insan kalabalıkları sarmaktadır etrafımızı. Hep beraber koca bir yanılsama yaşamaktayız.

“Müslüman, elinden ve dilinden emin olunandır.” hadisi, diğer tarafta “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Ayeti çınlamaktadır.  İşiten ancak duyup idrak edemeyen bizler, algılamakta zorlanmaktayız bu durumu, ne acıdır ki… Ahir zaman, kavramların içini boşaltmaktadır maalesef. Cesaret; ahlaksızlığın, dürüstlük; acizliğin, fedakârlık; ezikliğin adı olmuştur anlamsız bir şekilde. Kavramların gerçek anlamları ile arasında afaki bir uçurum bulunmaktadır. 

Mümin olan kişi, şüphe götürmeyecek derecede sadık, özü-sözü bir olması gerekirken, günümüzde adı mümin ancak kendisi bundan bihaber kişiler dolaşmaktadır. İşin tuhafı bu artık normalleşmiştir. En acı olan da budur zaten. İnsan hata yapabilir ancak hatasının yanlışlığını inkâr ettiğinde en büyük sorun çıkar ortaya. Günahı ret, inkâra götüren en büyük uçurumdur. Şeytan, bu yüzden kovulmuştur huzurdan, Âdem As’ın affa uğraması, hatasını fark edip pişman olmasındandır.

Şimdilerde insanlar, zorluktan, zahmetten, yorulmaktan bir yılandan korkarmış gibi kaçmaktadır. Bu sebeple, kolay olan, zahmetsiz olana rağbet etmektedir. Yalan söylemek, her sıkıştığında bir kılıf uydurmak basit olandır. Ve basit insanlar bu yolla şaşar. Erdemli olanlar ise zahmetsiz rahmet olmayacağının farkındadır, her zorlukta iki kolaylık ihsan edileceğini bilir ve sabreder.

Ahir zaman kendisine çok yüzlü insanlar biriktirirken, hakikate bağlı ruhlar gayretle mücadele eder. Karakteri oluşmamış bir kişinin, ahlakı da yoktur. Ahlakı olmayanın dindar olması mümkün müdür? Rahmet Elçisi önce El Emindi, ardından kemale erdi ve Hatemül Enbiya oldu. İbadeti ahlaktan uzak tutarsak şekilden başka bir şey kalmaz ki bu insanı şirke dahi götürür. 

Mümin; hakka iman etmiş, Mevla’ya teslim olmuş kişidir. Olmazsa olmazıdır, dürüst oluşu, emin duruşu, vefalı kalışı… Şimdilerde yapılması gereken, kelimelere yüklediğimiz anlamları düzeltmek, kendimize çeki düzen vermek, halimizi ve tavrımızı, doğruya yöneltmektir.

Sözün özü;

“ Cümleler doğrudur, sen doğru isen,

Doğruluk bulunmaz, sen eğri isen.”    ( Yunus Emre)

Sevda ÇEVİK