Nurettin Yıldız'ın köşe yazısı
“Ilımlı İslam” derken esasen bizim için hiçbir değeri olmayan bir ifadeyi konuşuyoruz. Bunun Müslümanca olmadığını biliyoruz. Çünkü İslâm Allah Teâla’nın dinidir. Bunun ılımlısı, serti, yumuşağı vs. olmaz. Neyse odur. Suudi Arabistan şunu diyebilir; “İngiltere’nin planladığı Suudi Arabistan olarak şimdi Avrupa standartlarına geçiyoruz.”
Suudi Arabistan bedevilikten medeniliğe geçmiş olabilir. Bunun dışında İslam onların malı değil. Yani Mekke Medine civarında olmaları İslam’a sahiplenme hakkı doğurmadı onlara. Kimsenin dini değil İslam, Allah Teala’nın dini.
Biz bir defa İslam’a getirilmiş tüm ilavelere karşıyız. “Ilımlı” ya da “sert İslam” ifadesini kabul etmeyiz. İslam’a ilave getirmek beşerin hakkı değil. Ama Suudi Arabistan’ı kurup bugünlere getiren güç olan Batı ilk defa yapmıyorlar bu eylemi. Batı daha önce Hıristiyanlığa bunu yaptı. Ilımlı Hristiyanlık oluşturdu. Tabi Allah Teâla Hristiyanlığı kaldırıp yerine İslam’ı getirdikten sonra onlar bunu yapabildiler. Batı’nın, onun fikir babası İblis’in tecrübesi var bu hususta. Dine operasyon yaparlar. Yani profesyoneller bu hususta.
Bunu İslam’a da yapacaklarını zannediyorlar. Ama Allah Teala İslam’ı kaldırıp yerine başka bir din getirmeyecek. Dolayısıyla “Ilımlı İslam” hiçbir zaman oluşturulamaz. Bu konuda içimiz rahat olsun. Bunu konuşmamıza da gerek yok. Fakat “Ilımlı Müslüman” oluşturulabilir. Müslüman’ın zihniyetinde oynama yapılabilir. Bu olabilir. Çünkü Efendimizin s.a. vefatıyla birlikte bir grup dinden döndüler. Yani Müslümanlık garantili değil, İslam garantili.
Dolayısıyla, ben, ya da filan hocaefendi, Anadolu’daki filan müminin İslam’ı dert edinmesine gerek yok. Çünkü onun sahibi Allah Teala.
Ama kendimizi, çocuklarımızı dert etmemiz gerekiyor. Çocuklarımızın İslam üzerinden ılımlı Müslüman, sert Müslüman, radikal Müslüman diye şekillendirilmesi söz konusu. Bunu dert edinmemiz lazım. Bu olur. Tarih boyunca da oldu. Yani İslam hiçbir zaman şekil değiştirmedi. Esnek olan gel-gitleri olan İslam değil, insandır. İnsan etten kemikten, İslam etten kemikten değil. Dolayısıyla yorgunluk insanda olur, İslam’da olmaz. Bu hususta İslam’ın kendi hüviyetiyle ilgili benim %1 bile korkum yok. Tarih boyunca onlarca kere denenmiş İslam’a şekil verme mücadelesi ama tutmamıştır bu. Bugün İslam’ın ana kaynakları duruyor, kamusal gücü duruyor.
İslam’ın kamusal gücünden ne kast ediyoruz peki? Kamusal güçten şunu anlıyoruz; mesela Türkiye bir yüz senedir hatta biraz daha geri gidersek iki yüz senedir “Türkiye laik olsun” istendi. Zihinler değişsin istendi. İslam’ın temelleriyle oynayarak, sadece kiliseye giden Hıristiyan gibi sadece camiye giden Müslüman olsun istendi. Sadaka mefhumu, tesettür mefhumu köreltilmek istendi. Kur’an’a alaka köreltilmek istendi. Ama her şeye rağmen şu anda Türkiye’de İslam bütün dünyaya enerjisini dağıtacak güçtedir. Yani kamusal olarak çökmedi İslam Türkiye’de. Ama bu arada şu veya bu zihniyetteki bir grup insan dinden uzak yaşadı. Ama onlarda bile bu yüz senede yüz kişi “benim cenazem kılınmasın” diyemedi. Bu neyi gösteriyor kamusal gücü İslam’ın devam ediyor. İslam’ın insanlık üstünde gücü var elhamdülillah. Değil Türkiye’de Almanya’da bile ezanlar sesli okunmaya başlandı. Bu açıdan ben İslam’ın geleceği ile ilgili hiçbir renk tonu değişikliği olacak diye bir endişem yok. Ama nesiller üzerinde oynanabiliyor tabii. Suudi Arabistan’da da bu denenmek isteniyor.
Tabi nesiller üzerinde oynanıyor olması da çok önemli. Bizim mesuliyet alanımız da o zaten. İslam, bizim mesuliyet alanımızda değil. Yani İslam’ın raflarda kalma riski söz konusu, ama bu da sıfırlanıp rafta bırakılacak düzeyde değil elhamdülillah. Afrika’da açlık bunu yapamadı. Türkiye’de laiklik uygulamaları bunu yapamadı. Mısır’da Napolyon yapamadı. Ne yaptı? Bir semtte camilere bin kişi gelecekken sekiz yüz kişiye düşürdü bu rakamı.
(YARIN DEVAM EDECEK İNŞALLAH!)