Hiç düşündünüz mü? Dünya da ki hangi oyun en popülerdir? Mesela Tüm dallardaki spor müsabakaları mı, tüm şans oyunları mı? At yarışları mı veya bizim pek bilmediğimiz diğer canlı yarışları mı? Kâğıt oyunları da var mesela… Tavla, dokuz taş, dama, satranç… Benim bilmediğim ve sayamadığım kim bilir daha kaç tane oyun var.
Geçmişte de oyunlar varmış örneğin. Antik kazılarda ki yazıtlarda, rölyeflerde, hatta oyunlar hakkında bilgi veren tabletlere, oyun materyallerine kadar bulunan eserler var.
Günümüzde de ilk paragrafta bahsettiğim oynana gelen oyunlara ek, artık dijital mecralarda da çocuk, genç, yaşlı her türlü kitleyi içine çeken oyunlar her gün çoğalmakta. Hatta üç boyutlu oyunlar… Sanal gerçeklik denilen apayrı bir dünya sunmakta.
Geleceğin oyunlarını ise hayal etmek nerede ise imkânsız. Çünkü günümüzde bile her gün yepyeni bir boyut kazanıyor oyunlar. Yapay zekâ konusu ise apayrı, dehliz gibi bir konu.
Şimdi, başa dönüp ilk soruyu bir kez daha soralım. Hiç düşündünüz mü? Dünya da ki hangi oyun en popülerdir? Ve ikinci bir soru. Tüm bu oyunları 5N 1K kuralı ile soralım. Acaba kim ya da kimler, neden, nasıl, niçin, niye keşfetti?
“Yahu, sayın yazar. Ne alaka, nerden çıktı bu sorular şimdi. Nerden bileyim popüler oyun nedir, bana ne kim bulduysa. Bizim oğlan, kız, torun oynuyor işte bir şeyler. Kızıp duruyorum zaten onlara. Bizde çelik çomak falan oynardık, zamanında… Biz şimdi, geçim derdinde işimiz, gücümüzde aşımızdayız bre. Ev, iş, araba, bir de düğün yapacaz daha… Sen yazacak isen bunları yaz. Merhem olamasan da dile getir ekonomiyi falan işte”
O zaman kitabın ortasından, hatta sonuna yakın bir noktadan konuşayım. BENCE; en büyük oyun kurucu Allah’tır. En büyük oyunun ödülü Cennet, cezası Cehennem. Sende, bende, tüm yaratılmışlarda bu ilahi oyunda hem oyuncu hem oyunun bir parçasıyız desem.
Gerçek üç boyutlu bir dünyanın, İlahi tarafından çizilen kaderi kuralları içinde, külli irade ile önümüze çıkarılan engel, sıkıntı, keder, üzüntü, mutluluk, tebessüm, kahkaha, gözyaşı, hüzün vs. diye duyuşsal kelimelerle tanımladığımız bir yaşam oyununda cüz-i iradelerimizle varız.
Ve bu oyunun bir sürü örnek oyuncusu sahnelerini oynadılar, perdeler onlar için kapandı göçüp gittiler. Şimdi sahne bizim, bizlerde kendi kaderi sahnemizde biçilen rolümüzü oynamaktayız işte.
Makber, diye şarkı sözü yazar, Hamiyet Yüceses’ den dinlerken bakışlarımız ufka dalar, efkâr verir, gözlerimiz ve ruhumuzu nemlendirir. Şarkı biter, geceden güne dönen sabah gibi göçüp gidenler, makberlerinde unutulurlar nedense.
En zenginler, en güzeller, en yakışıklılar, ağalar, paşalar, beyler, krallar, kraliçeler, makam mevkisinden sarhoş olan ve avenesi… Şükürsüzler… Ve garibanlığında, eksikliğinde, tüm yokluğunda bile, görmeyen gözüne işitmeyen kulağına aldırmadan Rabbine teslim olanlar…. Tüm eksikliklerine rağmen Hamd Edenler. Hepsi işte geldiler ve gittiler.
İlahi oyun nasıl başlamıştı. Hatırlayın. Ortada halihazırda olmayan bir kitap, “İkra! Oku!” diyen bir Melek, “Ben okuma bilmem.” Diyen Mübarek Peygamberimiz. Peki insanlık neyi okuyacaktı ki? İlk emir, İlahi’den oyunun başlangıcı olarak bize “OKU!” diye gelmişti…
En büyük ceza, En büyük ödül… Oyun kurucu olan, zamandan ve mekândan münezzeh olan bir Allah. İnsanın en değerli şeyi zaman. O zamanı boş oyunlarla tüketmek mi, doğru olan… Yoksa İlahi oyunun farkında olarak ona odaklanmak mı? Dünyada elde ettiğini zannettiğin her şey, bizi asıl oyunun hedefinden uzaklaştıran aldatıcılar değil mi?
Peki, SİZCE en büyük oyun ve oyun kurucusu kim?
Bekir AYDOĞAN