Ali Kurnaz Halil İnalcık Sosyal Bilimler Lisesi Öğrencisi
Kamusal Alan, Jürgen Habermas ve Hannah Arendt tarafından geliştirilmiş bir Siyaset Bilimi kavramıdır. Kavram, Dil Felsefesi ve Siyaset Bilimi literatürlerinin ortak bir kavramıdır. Kavramın motivasyonu, insanın “konuşma yeteneğine” güvenmek üzerinedir.
Kant’ın “İnsan Hakları” fikrine dayanan bu sistem, her insanın fikirlerinin ve dünya görüşlerinin değerli olduğu ve “Ebedi Barışın” ancak bu yolla gelebileceğine inanmaktadır. Kamusal Alan, savaşın olmadığı bir idenin temel yapı taşıdır. Kant’ın “Yargı” Kavramı da bu sistemin temel yapı taşlarından birisidir. Yargı, bireyin bütün çıkarlarını bir kenara koyarak, bireysel bir bilinçten evrensel-kamusal bir bilince ulaşmasıdır.
Frankfurt Okulunun en önemli temsilcilerinden olan Habermas için Ebedi Barış “Çoğulcu Demokrasi anlayışına sahip Kültürle üstü bir Kültür” anlayışı sayesinde gelecektir. Biz bu yazımızda, bu evrensel kavrayış yerine daha çok bu kavrayışın eksikliklerine ve bu alanın pratiğinin acizliklerine değineceğiz.
Kamusal Alanın en önemli özelliği, doğrunun özgürce konuşulabilmesi ve bu savununun herhangi bir statü kaybına sebebiyet vermemesidir. Kamusal Alan, doğrunun herkesçe doğru olarak korunmasının sebebidir. Bu alan, siyasal hayattan uzak kalan insanı da siyasal hayatın bir parçası olmaya doğru ilerletir fakat kazandırılan bu politik tutum, partisel değil ancak faydacıdır.
Habermas’ın Kamusal Alanı, bütünüyle kamu ile alakalı değildir. Bir araya gelmiş fakat bir toplumsal yığın olmayan insan topluluğuna tekabül eder. Fakat bu kamusal alanda politik meselelerin konuşulmayacağı bir senaryo devletlerin çağında düşünülemez. Kamusal alan ne bütünüyle politika ne de bütünüyle sosyal ilişkilerle ilgilidir; ancak özgür bir toplumla ilgilidir.
Kamusal Alanın en mühim özelliği, herkesin –Tıpkı Namaz gibi– bütün sosyal statülerini bırakıp ancak bir vatandaş olarak o kamusal alanda bulunması ve o kamusal alandan herhangi bir çıkar sağlayamamalarıdır.
Habermas’ın bu düşüncesinin ileri safhasında bizi basın organları ve iletişim araçları kapsamaktadır. Bu araçlar, Kamusal Alanın oluşması ve korunmasında yer alan faktörlerdir zira kamusal alanı yaymakta ve genişletmekte güçlü bir özellik göstermektedirler.
Bugün de pek çok hükümet, “Kamusal Alan Oluşturabilme Sorunu” üzerine çalışmalar yapmakta ve bu idenin gerçeğe dönüşmesi için çaba sarf etmektedir. Bugün Kamusal Alandan söz edilmekte ve gerçekleşme aşamasında olduğu iddia edilse de küresel anlamda kültürlerarası bir toplumsal alan olmaksızın yerel Kamusal Alanların bir değeri bulunmamaktadır.
Günümüzde bu sözde Kamusal Alanlar, tahakkümün ve belli grupların gelirinin güdümü altındadır. Bu durumda Kamusal Alan tanımını somutlaştırmak lazımdır. Günümüzde hükümetlerin bizlere uygun gördüğü Kamusal Alanlar; Millet Meclisleri, Sosyal Medya ve Kent Meclisleridir. Yasal Tüzüklere göre meclislerde halk temsil de edilebilir yahut bizzat kendini de temsil edebilir. Fakat işin realite boyutuna geldiğimizde böyle bir durum olmadığını, bu kurumların ancak seçkin aristokrat burjuvalar sınıfına ait olduğunu görürüz.
Kamusal Alanı tekeline almış bu sistemler, özgürlüğün biricik düşmanlarıdır. Bugün Filistin meselesinde de “Kamusal Alan” diye haykıranların ne yaptığını çok iyi gördük, sosyal medyayı ve zulme uğrayanları dört bir yandan çevrelemiş bu kimseler –akademisyenler ve seçkinler özellikle ki buna maalesef Habermas’ta dâhil– Kamusal Alanı ancak kendi idelerine ve dünya görüşlerine göre şekillendirmeye çabaladılar ve büyük ölçüde başarılı oldular. Sosyal Medyada özel bir çabanız yoksa akışınızda karşınıza çıkacak her şey bu yapay özgür alanın size vaat ettikleridir.
Bu Jakoben ve Aristokrat Kamusal Alanın yıkılıp ve gerçekten vatandaşın bir siyasetçi, tüccar yahut memur sıfatıyla değil sadece bir çocuk, anne, baba yahut yurttaş sıfatıyla kamusal alana katılıp; özgürlüğü ve adaleti statü kaybetmeden savunabileceği günler ümidimle.