Ali Kurnaz yazdı

Marşlar, Bayraklar ve Semboller, devletler hatta belki de insanlık tarihi boyunca bir topluluğu sembolize etmiştir. İlk kent ve insan topluluklarında bile duvarlara yapılan bu boyalar, izler ve resimleri de bu bağlamdan değerlendirebiliyoruz zira bütün bu semboller “biz buradayız” mesajı vermektedir. Bu bakımdan, marşlar ve semboller toplulukların varolma-tarihte yer alma mücadelesinin bir sonucudur. Hitit Güneş Kursu, Sümer Zigguratları, Lidya Paraları ve Roma Mimarisi bu sembolizmin antik örneklerindendir.

Bu semboller, uygarlıkların meşruiyet sağlama aracısı da olmuştur. Roma, İdeolojisini ve meşruiyetini sembolleri, törenleri ve ihtişamlı –böylece sembolleşmiş- lejyonları vasıtasıyla öteki topraklara yaymıştır. Marş ve bayrak kültürü ise sanılanın aksine antik bir inanç değil, Fransız İhtilalinden sonra yaygınlaşan ve yerleşen bir kültür olmuştur. Böylelikle anlayabiliyoruz ki, kültürlerin meşruiyet ve sembolizm ihtiyacı 18. Yüzyıldan itibaren artmaya başlamıştır. Bu tarihler de, Nasyonalizmin yani ulusçu anlayışın yükselişiyle paraleldir. Yazımızda da kavramları bu bağlamlar vasıtasıyla inceleyeceğiz.

Ulusçuluğun ortaya çıkışı ile hayatlarımız “sembolleşmiştir”. Artık işlerimizin gerçek düzlemde bir değeri kalmamış, yaptığımız şovların ve gösterdiğimiz abartılı saygının çağı başlamıştır. Hatta bağımsızlık sembolleri bile basit kavramlara indirilmiştir. Aksine, tarihte nice imparatorluk hâkimiyet-egemenlik sembollerini sağlıklı iskân ve adalet sistemi üzerine kurmuştu. Sembolizmin güçsüz, eylemin güçlü olduğu antik devletlerimiz de eylemleriyle hatırlanmaktadır. İhtilalden önce her şey olduğu gibi iken ve devletler eylemleriyle doğrudan doğruya yüzleşirken, İhtilal ile birlikte gelişen Sembolizm vasıtasıyla tiranlar kitleleri çok daha güçlü bir şekilde pençeleri altına alabilmiştir.

Hitler Almanya’sı bunun en güçlü örneğidir; binlerce bayrak, ışıklar ve sütunlarla süslenen nefret mitingleri, sembolizmin tarihteki doruk noktalarından birisidir. Görülebileceği üzere, sembolizm ve anlam arasında negatif bir korelasyon bulunmaktadır. Sembolizme başvuran, gerçek düzlemdeki eksiğini kapatmak için uğraşır; gerçek düzlemde başarılı olanlar ise sembolizme başvurmaz zira doğrudan yaptığının ortada olmasını şeffaflıkla diler. Böylelikle, tiranların dilediği gibi, sağlıklı yapıların göstergesi hürriyet, adalet ve liyakat değil; şaşalı yapılar, bayraklar, anma törenleri ve sembollerdir.

Nazi Almanya’sının en korkunç isimlerinden olan Heinrich Himmler’in kendi birimlerini yâd etmek için özel bir tapınak oluşturduğunu bile biliyoruz. Bu kimseler, ölülerini böylece yâd etmese, bunu şovenizme ve sembolizme vurmasa, ölülerinin değersizliğinden korkmaktadır. Bunun tam aksine erdemli insanlar böyle hatırlanmak ve uğurlanmak istemezler zira onlar arkasında yapılmış güzel şeyler ve erdemli bir hayat bırakmıştır. İnsanlar onu hatırlamasa bile, onun için değerli olan eylemdir.

Böylelikle, yeni nesiller için rehber, sembolizm ve şovenizmden kurtulmak olmalıdır. Bizim için şeylerin göstergesi şey değil, doğrudan o şeyle alakalı yaşamdan olaylar ve sistemler olmalıdır.

Adaletin göstergesi, yasa değil; akademik gelişimin göstergesi, akademisyen ve üniversite sayısı değil ise bir şeyleri sorgulamamız gerekmektedir. Tam aksine, sağlıklı bir adalet işleyen yasa ile güçlü bir akademi ise dünyanın her tarafından saygı gören ve dünyanın problemlerine sirayet edebilen düşünürler araştırmacılardır.

İşte burada işler zorlaşır ki sembolistler de bu gerçeklikten korkarlar, gerçekle uğraşmak zordur çünkü. Bizler, gerçeklerle uğraşmak ve sembollerden kurtulup gerçekle ilgilenmeliyiz.