İstiklâl şâirimiz Mehmed Akif’in başyazarı olduğu Sırât-ı Müstakîm Mecmuası, 1910 yılı Mayıs ayında peş peşe üç hafta süren bir yazı dizisi yayınladı. Bu dizi, “Seyyâh-ı şehir” olarak İslâm âleminde ünlenmiş Abdürreşîd İbrahim’in Bursa’da vermiş olduğu bir konferans ve bir vaazın yazıya dökülmüş halidir. Böylece adı geçen mecmua sayesinde bu hitabe ve mev‘ize (vaaz) o zamanki geniş okuyucu kitlesiyle buluşmuş olduğu gibi tarihin yazılı sayfaları arasında da yerini almıştır.
Söz konusu yazılara geçmeden önce döneminin ünlü şahsiyeti Abdürreşîd İbrahim’i kısaca tanıtmak yerinde olacaktır.
Abdürreşîd İbrahim, 1857 – 1944 yılları arasında yaşamıştır. Yaşadığı süre içerisinde neredeyse bütün İslâm coğrafyasını gezdiği gibi Avrupa’yı da gezmiştir. Kendisi aslen Rusyalı Müslüman Türklerindendir ve Sibirya’daki bir kasabada doğmuştur. Onun seyahat hayatındaki en özel coğrafyalardan biri de hiç şüphesiz ki Japonya’dır. Nitekim İslâm’ın yayılması için büyük çabalar sarf ettiği bu ülkede vefat etmiş; Tokyo Müslüman mezarlığına defnedilmiştir.
Abdürreşîd İbrahim’in bütün gezilerinde güttüğü asıl hedef Müslümanların tevhidi, terakkisi olup, Müslüman olmayan diyarlarda ise İslâm’ın yayılmasına gayret sarf etmiştir. Dünya Müslümanlar birliğinin sağlanması idealine sarılmış bir kişi olarak Osmanlı’ya, hilâfet merkezi İstanbul’a büyük bir değer vermiştir. Bu çerçevede değişik dönemlerde defalarca Türkiye’ye gelmiş ve buradaki Müslümanları dinî ve dünyevî meseleler hakkında bilinçlendirmeye çalışmıştır. Onun İstanbul’daki en yakın dostları Sırât-ı Müstâkim mahfilindeki şâir, yazar ve âlimlerdir. Bu mahfilin önde gelen şahsiyetlerinden ve o dönemlerde “Şâir-i İslâm” olarak ünlenen Mehmed Akif Bey de Abdürreşîd İbrahim’in hayranları arasındadır. “Âh Akif, senin gibi kalpleri tutuşturan bir şâir görmedim” gibi sözlerle İslâm şâirini öven Abdürreşîd, onu seyahate teşvik ederken, Âkif: “Beni de kendin gibi serseri yapmak istiyorsun” latifesiyle karşılık verirdi.
Mehmed Akif’in “Süleymaniye Kürsüsünde” tarif ettiği, konuşturduğu, kalbini cezbeden zât –ismi belirtilmese de - Abdürreşîd İbrahim’dir. Bu şiirinde Akif, onu şöyle mısralarla tarif eder ve ardından onun ağzından vaaza şöyle devam eder:
Kimdi kürsîdeki? Bir bilmediğim pîr amma,
Hiç de bîgâne değil kalbe o câzib-sîmâ.
Bembeyaz lihye-i pâkiyle, beyaz destârı,
O mehîb alnı, o pek mûnis olan dîdârı,
Her taraftan kuşatıp, bedri saran hâle gibi,
Ne şehâmet, ne melâhat veriyor, yâ Rabbi!
Hele gözler iki mihrâk-ı semâvîdir ki:
Bir şuâıyla alevlendiriyor idrâki.
Âh o gözlerden inen hüzme-i nûrânûrun,
Bağlı her târ-ı füsunkârına bin rûh-i zebun!
— Beni kürsîde görüp, va’zedecek sanmayınız;
Ulemâdan değilim, şeklime aldanmayınız!
Dînin ahkâmını zâten fukahânız söyler,
Anlatırlar size bir müşkiliniz varsa eğer.
Bana siz âlem-i İslâm’ı sorun, söyleyeyim;
Çünkü hiçbir yeri yok gezmediğim, görmediğim.
Şark-ı Aksâ’dan alın, Mağrib-i Aksâ’ya kadar,
Müslüman yurdunu baştanbaşa kaç devrim var!...
Seyyâh-ı şehir Abdürreşid İbrahim Efendi, Bursa’ya da geldi ve 28 Nisan 1910 Perşembe günü Bursa İlmiye Kulübü’nde bir konferans verdi. Konferansın konu başlığı: “Ahvâl-i Müslimîn ve Ulemâ Hakkında”dır. İlmiye Kulübü, Bursa’daki müderrisler, vaizler, imamlar …v.b. din adamlarının meydana getirdiği dernek tarzı bir oluşumdur. Konuşmacı, o gün, onlara Müslümanların mevcut durumu ve bu durum karşısında ulemanın tutumunu irdelemiş; sorunlara teşhis ve tedavi çareleri aramıştır.
Konuşmasına başlarken sarf edeceği sözlerin yanlış veya maksatlı yorumlara yol açmaması adına bazı uyarılarda bulunduktan sonra dinlemenin ve soru sorma adabının kurallarını hatırlatmıştır:
“Efendiler, burada meclisinizde hazır bulunan zevât-ı kirâm muhtelif sınıflara mensûb bulunduğu cihetle ben de sözümü ona göre söyleyeceğim. Mamaafih aranızda sözün bazı yerlerini anlamayan adamların bulunması ihtimali de vardır. Ya meselenin rikkatinden ya (da) ifadenin kusurundan (dolayı) anlaşılmayan sözler olursa hatırda tutarsınız, sonra istizah edersiniz. Ben de kemâl-i iftiharla izahına çalışırım. Çünkü bu sebeple çok vakitler bir kelime kıyl u kali mucib oluyor. Bir adam böyle bir yere geldiği zaman kemâl-i dikkatle dinlemeli, sözlerin evvelini ahirini birbirine rabt etmeli. Meclisin evvelinden nihayetine kadar hazır bulunmalıdır”.
İlk kez Bursa’da bulunan, konferanstakileri tanımayan ve üstelik merkezi hükümetçe ve yerel makamlarca zaman zaman sakıncalı görülmüş Abdürreşîd İbrahim’in bu uyarıları yapması anlaşılır bir şeydir. Giriş babındaki bu hatırlatmaları yaptıktan kim olduğunu, maksadının ne olduğunu kısaca izah etmiştir. Otuz senedir İslâm dinine hizmet maksadıyla önüne çıkan muhtelif engellere göğüs gererek mücadele etmeye devam ettiğini ifade etmiştir. Bundan başka hiçbir maksadının bulunmadığını vurgulamıştır.
Ardından yaptığı seyahatlere değinmiş; bir zamanlar gittiği Avrupa’ya artık gitmekten neden vazgeçtiğini de: “Onlar, kendi menfaatlerini daima Müslümanların zayıflığında aramışlardır. Bunu hissedince Avrupa’dan el çektim. Müslümanların kendi aralarında bir intibah(uyanış) husulüne çalışmayı tercih ettim” sözleriyle açıklamıştır.
Abdürreşîd İbrahim, kendisinin de mensubu bulunduğu Rusya’daki Müslümanların fedakârca çalışmalarının üzerinde durmuştur. Bu alanda Müslümanların kat ettiği yol, istikbalden ümit var olmak adına kanaat hâsıl ettiğini belirten hatip, zaman zaman Rusya’nın dışına çıkarak diğer Müslümanları uyandırmaya çalıştığını belirtmiştir. İstanbul ve Hicaz başta olmak üzere İslam coğrafyasında seyahatleriyle halkı bilinçlendirmeye çalışırken bazen hatalar da yaptığını itiraf etmiştir. Ancak hatalardan dersler çıkarıp mücadeleye devam etmiştir.
İnşallah, önümüzdeki hafta Abdüreşşid’in Bursa konuşmasını aktarmaya devam edeceğiz.
DR.SALİH EROL