Salih Erol yazdı
Osmanlılar’ın Çanakkale Boğazı’na gelmelerinin tarihi 1350’lerin başıdır. Devir, Orhan Gazi Devri’dir. Onun büyük oğlu Süleyman Paşa yönetimindeki Türk ordusu, 1353’te Boğaz’ın karşı yakasına, yâni Gelibolu’ya ayak basmıştır. Çimpe Kalesi fethinden bahsediyorum. Merhum Süleyman Paşa, altı sene içinde Trakya yöresini – Edirne hariç- tümüyle fethetmiş durumdaydı. Hayatını, 1359’da, av sırasında uğradığı bir kazada kaybetmemiş olsaydı çok daha ileri gidecekti. Yakın zamana kadar Trakya yöremize: “Paşaeli” denilmesinin sebeb-i hikmeti de Süleyman Paşa’dır.
Çanakkale Boğazı’nın Anadolu ve Avrupa kıyılarını fethetmiş olmak, bizi hemen Boğaz’ın hâkimi yapmadı tabi. Bunun için yaklaşık bir yüzyıl daha geçmesi gerekiyordu. Peki, kim ya da kimler hâkimdi Boğazlara? İstanbul’a sıkışıp kalan Bizans mı? Elbette hayır! Çanakkale ve İstanbul Boğazı’nın 1200 – 1450 arası dönemdeki hâkim iki emperyal gücü Venedik ve Ceneviz’di. Merkezi İtalya’daki iki şehir devleti olan bu koloniciler (sömürgeciler) Akdeniz, Ege, Boğazlar ve hatta Karadeniz’in patronlarıydılar.
Merhum Mehmed Çelebi, 1416’da Çanakkale’de Venedik’e karşı gücünü test etmeye çalıştığı vakit ağır bir yenilgi almıştı. Boğazlar, hem Anadolu ve hem de Rumeli’nde toprakları olan Osmanlı bütünlüğünün içine saplanmış iki bıçak gibiydi. Öyle ki Bursa’dan Edirne’ye asker götürrmeye kalkıştığımız zamanda Venedik ve Ceneviz’e haraç gibi geçiş ücreti ödüyorduk.
Yukarıda izah etmeye çalıştığım bu nâhoş tabloyu değiştiren Sultan II. Mehemmed Han’dır (Nâm-ı meşhur: Fatih Sultan Mehmet). 1452’de İstanbul Boğazı’nı Osmanlı bıçağı ile kesen bir hisar yaptırdı (O sebepten gerçek adı: Boğazkesen Hisarı’dır). 1453’te İstanbul’u fethetti. 1461’de Trabzon’a kadarki bütün Güney Karadeniz sahillerini aldı.
İstanbul Boğazı’nı kesen Fatih, Çanakkale Boğazı’na da Türk kilidini vurmuştur. Eceabat taraflarındaki meşhur Kilitbahir Kalesi, bize ondan mirastır. Fatih, Ceneviz ve Venedik’i Karadeniz, Marmara ve Boğazlar’dan söküp atmayı başarmıştır. Ardından on altı sene boyunca Ege Denizi’nde Venediklilerle yaptığı amansız mücadeleler sonucunda adaların çoğunu alarak Boğazlar’ın ve İstanbul’un güvenliğini sağlamıştır.
Buraya kadar, derli toplu bir özetini sunmaya çalıştığımız şey, Boğazlar’ın egemenliğimize girişidir. Buradan itibaren anlatacağımız şey ise, egemenliğimiz altındaki boğazların – Bilhassa Çanakkale’nin- başkaları tarafından geçilip geçilmediği olacaktır.
Fatih’ten itibaren Marmara, Boğazlar ve hatta Karadeniz’in tamamı bizim yüzde yüz hâkimiyetimizdeki mahrem bölgedir. Yaklaşık iki yüz yıl hiçbir dış güç buralara saldırma cesaretini gösterememiştir. Yalnız 1620’lerde İstanbul’daki iç siyasi – askerî karışıklıkları fırsat bilen Don Kazakları (Bugünkü Ukraynalıların ataları) İstanbul Boğazı’na girerek şehre zararlar verdiler. Bu saldırılar geçici, korsan tipi baskınlar şeklinde olsa da Osmanlı yönetimindeki Boğazlara yöneltilmiş ilk saldırılar olarak tarih kayıtlarına geçmiştir.
Birileri bir kez olsun mahrem alanlarınıza girdi mi, bu kötü niyetli diğer düşmanlarınıza cesaret verir. İstanbul Boğazı’nın birkaç kez saldırıya uğramasından yirmi yıl sonra Çanakkale Boğazı da büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldı. Şöyle ki, Sultan İbrahim gerçek gücünü tartmadan 1645’te Girit Adası’nın fethi emrini verince Venedikliler de gelip dayandılar Çanakkale Boğazı’na; bilmem neredeki pirince giderken az kalsın evdeki bulgurdan olacaktık az kalsın.
Venedikliler Boğazı geçemediler ama tam on iki yıl boyunca kapattılar. Mesela, hiçbir Osmanlı gemisi örneğin, İzmir’den ya da Ayvalık’tan kalkıp İstanbul’a gelemiyordu. Bu ağır kuşatma 1656’da zar zor kaldırıldı da öyle rahatladık. Girit’i de tam 24 senelik bir kuşatmanın ardından alabildik.
Bizim tamamen kontrolümüz altındaki Boğazlardan geçişin delinmesi ve niyeti hiç de hayırlı olmayan bir düşman devlete geçiş izni vermemiz 1774’te oldu. Rusya ile imzaladığımız antlaşmanın bir maddesi: “Rus ticaret gemileri Karadeniz’den Akdeniz’e ve Akdeniz’den Karadeniz’e geçebilecektir” diyordu. Ruslar ticaret gemisi süsü vererek silahlar dolusu çok savaş gemisi geçirdiler İstanbul ve Çanakkale’den.
Şimdi gelelim: “Geçilmez” dediğimiz Çanakkale’nin açık açık düşman donanması tarafından ilk kez geçilmesi hadisesine!
Tarihler 1807’yi gösterdiğinde Ruslarla doğrudan; İngilizlerle dolaylı savaş halindeydik ama asıl savaşı içeride: “Gâvura vurur gibi” birbirimize karşı yapıyorduk. Sultan III. Selim, İstanbul’da rüşvetin a‘lasını yiyen ahlaksız bir maliye bürokratını azletti de ne oldu? Herifi tutup Çanakkale Boğaz muhafızı yaptılar. Vatan sevgisi sıfır, askerlik bilgisi eksi bir bu rüşvet profesörü ne anlasın boğazdan, muhafızlıktan? İşte, bu herif, Çanakkale’de eğlenir, gününü gün ededursun!
1807 İlkbaharında bir sabah vakti İngiliz donanması saldırdı boğaza ve hiç zorluk çekmeden Çanakkale’den girdi Marmara’ya. Marmara adalarını işgal ettiler ve İstanbul’u topa tuttular. Ortada mücadele edecek bir donanmamız bile yoktu. Ahali, karaya çıkmak isteyen İngiliz askerlerine karşı cansiperane direndi de İstanbul işgalden kıl payı kurtuldu. Yaklaşık dört ay Marmara’nın altını üstüne getiren İngiliz donanması hemen hiç kayıp vermeden çekip gitti.
Demek ki, 1915’teki meşhur Çanakkale Harbi’nden 108 yıl önce Çanakkale geçilmiştir. Tarih bize gösteriyor ki, lâyıkıyla sahip çıkılmayan bir memleketin bütün boğazları, limanları, geçitleri.. geçilebilir. Biz, 1915’te olağanüstü bir direnişle; her karışını şehit kanlarıyla sulayarak geçirtmemişiz Çanakkale’yi AMMA sanki bütün bu kanlar boşuna akıtılmış gibi o mel’un düşman gemileri 31 Ekim 1918’de geçmişler Çanakkale’yi ve aheste aheste, mağrurane bir tavırla gelip Dolmabahçe Sarayı’nın önüne demir atmışlardır. İstanbul işgal altında BEŞ karanlık yıl geçirmiştir.
Nutuklar çekmeden; hamasiliğin dibine dibine vurup kendimizi kandırmadan önce tarihi iyi okumalı ve okutmalıyız. O zaman göreceğiz ki, Çanakkale de geçilmiştir; İstanbul da, İzmir de, İnegöl de ve hatta tâ içerideki Eskişehir de işgal edilmiştir. Bu gerçeklerle yüzleşmek bizim direncimizi kırmaz; olsa olsa bizi uyanık ve güçlü kılar; vesselâm!