Ali Kurnaz yazdı
Günümüz İslâm Medeniyetinin en büyük problemi ve en büyük hatası aynıdır: Şark Bilincine dair yanlış anlaşılma. Bu hem bir problem hem de bir hatadır.
Batı’nın Aydınlanamamış Aydınlanması ve tahakküme karşı durur iken en büyük tahakkümü yaratmış Fransız İhtilali sonrasında Doğu’nun durdurulamamış çöküşü günümüze kadar ulaşmıştır. Bunun da bir sonucu olarak, Doğu Uygarlıklarının düşünürleri yaşadıkları tıkanıklığı açmak için girişimlerde bulunmuştur ve bulunmaktadır da. Bu tıkanıklığı açma girişimleri 18. Yüzyıldan bu yana Müslüman Düşünürlerin ana ideali olmuştur ve bu uğurda yeni siyasal ve sosyal yapılar kurmuşlardır. Ülkemizin akademik literatüründe pek konuşulmasa bile, Osmanlı yıkılırken Avrupalı Müslümanlar ve Arap Düşünürlerde “Sosyalist-Anarşist” görüşler çok kuvvetli bir biçimde kendisini göstermiştir. İzmirli Anarşist Komünist Osmanlı Filozofu Baha Tevfik’te bu görüşün yerli savunucularından birisidir. Kuzeyin Nuru olarak adlandırılan İsveçli Düşünür Ivan Aqueli’nin İslâm hakkındaki düşünceleri de tam bu noktada kendisini gösterir; İslâm’ın her türlü bağlamı aştığı bu özgürlükçü anarşist düşünce 18. Yüzyılın İslâm dünyasındaki fenomenlerden birisiydi ve özellikle Kuzey Afrika’da –Arap Baharı’nın Kökeni Buraya Dayanır– kendisini gösterdi. Bu düşüncelerin de yıkılışı, Arap İsyanı sonrasında İngilizlerin ve Fransızların Kuzey Afrika’da ve Orta Doğu’da kurduğu tahakküm sonucuyla yaşanmıştır.
Bu örnek, Modern İslâm Düşüncesi tarihindeki çok önemli bir dönüm noktası olmakla beraber önemli bir şeyi daha da gösterir: İslâm doğduğu ve geliştiği toplumların da bir sonucu olarak bağlamlar ile çok yakın bir münasebet içerisindedir. Aqueli ve onu daha sonradan takip edecek pek çok Avrupalı Müslüman filozoflar bağlamdan noksanlardı. Şark toplumlarının yapılarını tanımıyor, onların neleri kabul edip edemeyeceğini bilemiyor ancak teoride kalacak düşünceleri ortaya koyabiliyorlardı. İslâm ile Anarşinin modern bir sentezini yapmış bu isimlerin bağlamsızlığı onların da tarih kitaplarında geride kalmalarını da sebep olmuştur. Bu, Müslüman Düşünürlerin Şark Toplumu bilincinden kopmamalarının ne kadar önemli olduğunu anlatan bir örnektir. Fransız ve İngiltere hükümeti de Arap İsyanını desteklerken özgürlükçü düşünceleri bu vasıtayla sunmuştur. Fakat Osmanlı’yı topraklardan attıklarında onlara vaat ettikleri özgürlüğü değil, dilediği özgürlüğü sunmuşlardır. Düşman, Şark’tan kaçmaya çalışan Şarklıların zayıf noktalarını çok iyi bilmektedir. Böylelikle İslâm Dünyasının ilk büyük zayıflığı ortaya çıkmıştır, Batı’nın gelişmesini ve düşüncesini yakalamak maksadıyla bugünden ve Şarkın mevcut durumundan tavizler verilmektedir.
Kendi tabirimle “ölçüsüz” olarak adlandırdığım toplumlarımız için bir orta bulunmamaktadır, radikallik maalesef ki Şark toplumunun bir adetidir. Burada, görüşlerini keskin bir biçimde çizmiş ve bunları argümanlar ile koruyan kişilere değil; düşüncelerini korumadan, ancak gücün yardımıyla eleştirilmesini engelleyenleri kast etmekteyim. Bu radikaller aslında tam bir ölçüsüzdür, isterlerse bilebilecekleri bütün bilgileri bilsinler ancak malumatfuruş olabilir, düşüncelerini çağa göre yorumlayamazlar. Şark dünyası, kendi benliğinden kaçarak ve hülya âlemlerinde yaşarken, radikal düşüncelerin yuvası olurken ölçüsüzlük abidesidir. Ölçüsüzlük terk edilmeli ve Şarkta olduğumuzun bilinci bizzat kabul edilmelidir. Böylelikle tarihten de örneklerle görülmüştür ki; Batı, Şark düşüncesini bir silah olarak kullanmaktadır.
Bizlerde hep bu düşüncenin altında eğitilmişizdir. Problemlerimizi, günahlarımızı, sorumsuzluğumuzu ve geçmişimizdeki hataları Doğu’ya yüklemek ancak problemden kaçmak, bir odak saptırmaktır. Böylelikle kendi coğrafyamız üzerimizde bir bukağı haline gelir. Unutulmamalıdır ki, bastığımız topraklarda, oturduğumuz toprak asırlar önce medeniyetin beşiği idi ve bu topraklarda yaşayanlar, inandıklarımıza inananlar hala batıyı hayran bırakmakta. Onların devamı olurken, nasıl da kendi medeniyetimizi bağnazlıkla eşleştirebiliriz ki? Problemleri kendimizde, eylemlerimizde ve politikalarımızda bulmak yerine bütün suçu bütünüyle coğrafyanın şartlarına yüklememiz bizlere Kolonyalist Devletlerden kalma korkunç bir alışkanlıktır. İslâm’ın yeniden yükselişi ancak bunun yenilmesiyle gelecektir.