Kur’an’ı okurken sizi çok açık iki olgu karşılar: Allah’ın devamlı “Tek İlah” olduğunu vurgulaması ve din gününün tek sahibinin o olduğu. Nisâ 123. Ayet başta olmak üzere pek çok ayette devamlı ahiret gününde tek yargılayıcının ve kural koyucunun Allah olduğu, ahirette kimsenin kimseye şefaati dokunmayacağı (Bakara 123. Ayet) ve ahiretin bizim kuruntularımızla oluşturulamayacağı hep vurgulanır. Peki, neden bu husus Kur’an’ın neredeyse her ayetinde tekrardan ve tekrardan vurgulanır zaten inanan kimse Allah’ın tek olduğunu kabul etmez mi?

Allah kendisine inananı tekrardan tek ilaha çağırıyorsa burada pratik bir mesele olmalı. Bu yüzden ibadetin ve eylemin teorik bir yığınından ziyade etkili bir mücadele yöntemi olmasını sağlamamız gerekiyor. Bunu da daha iyi anlamak için şeytanın kovuluşunu incelememiz gerekiyor.

Namazlarımızda ve dualarımızda devamlı Eûzü-Besmele okuyoruz, peki neden? Zira şeytanın kovulma faaliyeti bütün insanlık tarihinin çok kısa bir özetini bizlere gösteriyor. Şeytana da bugünler lanetler okuyoruz ve devamlı onun bizden uzak durmasını istiyoruz. Fakat bugün hepimiz şeytanın kibrinin birer parçasıyız. Şeytan, kendisini insandan büyük görmüştü. Kendisini varlık hiyerarşisinde en üste koymuştu ve Allah’a karşı büyüklenmişti. “Ben insandan daha üstünüm” diyerek Allah ile derin bir uzaklaşma içerisine girmişti. Bugün de bizler ne diyoruz: Ben hayvandan ve doğadan daha üstünüm, ben dinime inanmayanlardan daha üstünüm, ben devletimden olmayanlardan daha üstünüm, ben yasalarıma uymayanlardan daha üstünüm, ben mazlumlardan daha üstünüm, ben gücüme itaat etmeyenler daha üstünüm.

Bugün; hangimiz vakit vakit, belki de devamlı, bunları demiyoruz? Hangimiz bir başarı yahut güzel söz işittikten sonra nefsimiz okşanmıyor ve bir sarhoşluk içerisinde kibirlenmiyoruz?  Yahut gücü elimizde hissettiğimiz o andaki şımarıklık halimiz yadsınamaz. O anlarda paylaştığımız kibir işte şeytanın kibriyle aynı özü paylaşıyor. Bu bakımdan kendimizi hiç şeytana uzak hissetmememiz lazım. Şeytan, Allah’ın emrini yerine getirmemişti. Bu bakımdan, gene büyük bir kibir örneği olarak onun günahı ile kendi günahımızı karşılaştırmıyoruz bile. Ancak, bu Kur’an’da Allah’ın emri değil midir? Allah’ın Kur’an’da emrettiği: Aklınızı kullanın, gerçeği gizlemeyin (Bakara 42), birbirinize doğruyu tavsiye edin ve sabrı tavsiye edin (Asr 3), maddeye/metaya ve servete düşkün olmayın (Hümeze Suresi) ayetlerine bütünüyle riayet edebiliyoruz? Bunları yaşam tarzlarımızla ve eylemlerimizle reddetmiyor muyuz? O halde, kibirlenmiyor muyuz da şeytana ağızlar dolusu küfürler ediyoruz.

İşte, bugün bu kibirlerimizden ve hazlarımızdan vazgeçemiyoruz. Onları ilahlarımız kabul ediyoruz, sorgulamıyoruz ve mutlak itaat ediyoruz. Allah dışında her otoriteyi vazgeçilemez ve sorgulanamaz kabul ediyoruz. Sesimiz, tahakkümün sahiplerine değil mazlumlara çıkıyor. Kendisini ilah edinen zorbalara, kendi emirlerinin ve yasalarının kutsallığına atıfta bulunan Mao’nun, Stalin’in yahut Hitler’in zihniyetine karşı bir kelime bile etmiyoruz. Kendi otoritesine/rantına meydan okuyan herkesi kâfir ilan eden ve insanları Kur’an’dan uzaklaştıranları başımızın üstünde tutuyoruz. Gücü ilah ediniyoruz, kişileri ilah ediniyoruz; kibrin sahipleriyle beraber olup onların ezdiklerini eziyoruz. Bütün dünya tarihi, ilah olmak isteyen tiranlarla dolu.

Gılgamış Destanı, ölümü yenmeye çalışan Gılgamış’ı konu ediniyor. Çin’de ki Toprak Askerler, unutulmaktan ve ölmekten korkan Qin Shi Huang’ın hatırlanmak için yaptırdığı bir yapıt. Mısır’da hiyerogliflerin hepsinde firavunlar ve ruhbanlar, ölümü kabullenemiyorlar ve bu yüzden ahiret gününü kendilerince dizayn ediyorlar. Hepsi kendini ilah edinmişti, onları takip eden katillerde onların müritleriydi. Fakat şimdi hepsi bizim de yaşayacağımız gibi çürüdü ve kemikleri toprağa karıştı. Hepsi Allah tarafınca yargılanacak.

Bütün beşeri ilahlar, en feci şekilde yıkılmaya ve unutulmaya mahkûm. Bu yüzden Fatiha suresinde yalnızca Allah’a tapacağımızı ve ondan yardım dileyeceğimizi beyan ediyoruz. Onların haksızlığının ortaya çıkacağı ahiret gününe iman ediyoruz. Fakat bu unutulma hadisesi sadece bir vicdan rahatlatma olarak kalmamalı. Bizim burada üstümüze düşen sorumluluk, bu beşeri ilahlara karşı mücadele edip tek ilah olan Allah’ın mutlak otoritesinin tarafında olmak. Bu da sözle yahut zikirmatiklerle olmayacak, bilfiil eylem ve mücadeleyle olacak.

Bu insanların gücü size dokunana kadar sadece onlara lanet okuyabilirsiniz. O yüzden size dokunmadan önce mücadele etmek zorundasınız. Hz. Muhammed bütün hayatını bu mücadeleye adamıştı, işte sünnet bundan ibarettir. Peygamberin her eyleminde bu mücadeleden başka bir şey göremezsiniz.  

ALİ KURNAZ