Tarihin hiçbir döneminde dinsiz bir toplum olmamıştır. Yani yanlış da olsa insanlar geçmişin tüm dönemlerinde her zaman bir yaratıcı gücün varlığına inanmışlardır.
Bu yüzden Allah tarafından gönderilen her peygamber, toplumda mevcut olan dini kaldırmak ve onun yerine hak olan dini ikame etmekle mükelleftir.
Dolayısıyla peygamberler, muhatap olduğu toplumda, insanları tanrı inancına ikna etmekle uğraşmaktan ziyade zaten var olan tanrı inancını tam anlamıyla doğru olan tanrı inancına yani tevhide davet etmişlerdir.
Allah’ın peygamber(din) göndermesi demek insanların hayatına müdahale etmesi demek olduğuna göre peygamber gönderilen toplumlarda bir ‘bozulma’nın vuku bulmuş olması gerektir.
Bu bozulma, öyle zannettiğimiz gibi insanların tevhitten uzaklaşıp birden fazla yaratıcıya inanması değildir elbette. Yani en azından tek başına ve temel sebep bu değildir.
Zira bir insan düşünün ki iyi ve dürüst biri ancak cehaletinden dolayı Allah’ın aracılarının olduğunu zannediyor.
Evet, bu inanç alanında bir bozulmadır ancak toplumun komple bozulması demek değildir.
Dinler bireylere değil toplumlara gönderildiğine göre bozulmanın, bireyi ilgilendiren inanç alanından taşıp toplumsal neticeleri olan alanda da câri olması gerekir.
Kuran’da helak olmuş kavimlerden bahsedilirken, onları helâke götüren iki türlü bozulmaya işaret edilir: Putperestlik ve ahlakın bozulması.
Putperestlik, tevhid inancının bozulması anlamına gelirken ahlakın bozulması ise insanların birbirleriyle olan münasebetindeki haksızlığı, zulmü, sömürü düzenini ifade etmektedir.
Toplumların bu yanlışlarını düzeltmek için Allah peygamberler göndermiş ve peygamberleri dinlemeyen kavimleri de bu bozulmalarından ötürü helak etmiştir.
Dolayısıyla putperestlik, toplumdan ziyade bireyin bozulmasıyla ilgiliyken ahlakın bozulması toplumun bozulması demektir.
Öyleyse yeni bir dinin ve peygamberin gelmesi demek toplumdaki ahlâkî yaşantının yeniden düzenlenmesi demektir.
Dinin ana hedefi bu ahlâkî bozulmayı düzeltmek olduğuna göre bize düşen de en çok buna çaba sarf etmektir.
Bunun yolu da beş maddelik kalıba sıkıştırılmış, camiye hapsedilmiş olan İslam’ı, yaşantımızın en ince ayrıntısında dahi hüküm sürecek şekilde özgürleştirmekten geçiyor.
MUSTAFA YILDIRIM