Nurettin Yıldız yazdı
Bizi kuşatan olayları kavramak için Kur’an’ımızın Âl-i İmran suresindeki yüz onuncu âyetini anlamak zorundayız. Allah Teâlâ bu ümmetin ‘insanlık için çıkarılmış bir ümmet’ olduğunu önümüze koymaktadır. ‘Namaz ümmeti’ olduğumuz kadar ‘insanlık için çıkarılmış’ bir ümmet olduğumuzu da unutamayız. Hac, ahlâk, zikir, cihat… Dinimizi bize hatırlatan, dindar oluşumuzu belgeleyen ne kadar özel kavramımız varsa bu büyük gerçek onların tamamı ile beraber anılabilecek bir gerçektir: Bu ümmet insanlık için çıkarılmış bir ümmettir. Bu karakterimizi de tarihi süreç içindeki olaylar belirlemiş değildir.
Bizi biz yapan kitabımız Kur’an bunu belirlemiştir. Artık biz kendimizi ne camiye kapatarak ne de evlerimize sığınarak ‘iyi bir Müslüman’ olmayı yakalayabiliriz. Cami kadar, medrese kadar insanlığın bulunduğu nokta da bizim Müslümanlığımızın ne durumda olduğunun göstergesi olacaktır. Zira bu ümmet insanlık için çıkarılmış bir ümmettir. İnsanlık için çıkarılıp camiye daraltılmış olmamız gösterge olarak çıkarılış nedenimizin gerçekleşmediğini gösterir. İnsanlık ise Arap yarımadası, Anadolu, Asya veya Afrika ile sınırlandırılamaz. Nefes alan her insan ve o insanın bulunduğu coğrafya biziz. Kuzeyden güneye bütün insanlık ilgi alanımızda olmalıdır. Varlık nedenimiz budur. İbadet ve kulluk mefhumu bunu da ihtiva etmektedir.
İnsanlığın mevcut durumu üzerine ilave bir izahata hacet yoktur. İnsanlığın durumu ortadadır. Biz bu insanlık için çıkarılmış bir ümmet iken insanlığın bu durumu, bizim umre yaparak, camilerde törenler yaparak, Peygamber aleyhisselam efendimizi şiirlerle yâd ederek kapatabileceğimiz, geçiştirilebilecek bir sorun gibi durmamaktadır. Daha gerçekçi olmaya, düşünce alanımızı, çalışma meydanımızı daha kapsamlı ve geniş tutmaya çalışmak zorundayız. Artık ‘hoca’, çocuklarımıza Kur’an ve ilmihâl öğreten değil, onlara Kur’an ve ilmihâl yanında hayatı ve insanlığın gidişatını da öğreten biri olmalıdır. Çocuklarımız ‘yaz kursu’ yerine ‘hayat kursu’ niteliğindeki kurslara taşınmalıdırlar.
Bu ümmetin mevcut sıkıntıları dininden kaynaklanmıyor. Sıkıntısının kaynağı ümmetin çıkarılış nedeninden kaynaklanmaktadır. Bütün insanlığı ilgi alanına almış bir ümmet, Âdem aleyhisselamdan beri insanlığın birikimi olan bütün sorunları uhdesine almış bir ümmettir. Bir kıtanın bir kenarındaki bir kabile gibi göremeyiz bu ümmeti. Doğunun ortasında veya batısında, insanın bulunduğu her yerde sorunlar olacaktır şüphesiz. Bu sorunlara da insanlık için hazırlanmış bir ümmetin mü’minlerinin muhatap olması gayet tabii görülmelidir. Keyif için gelmiş bir ümmet değiliz. Dünyayı cennetleştirme iddiamız ve beklentimiz asla yoktur. Böyle bir beklenti iman ettiğimiz değerler açısından yanlış olur zaten. Cennet gibi bir dünya olamaz hiçbir zaman, cennete gidilecek bir dünya olabilir. Umudumuz ve gayretimiz de odur.
Sadece zihinlerimizi netleştirme açısından bir kavramı tekrar ele almamız doğru olacaktır.
Peygamber aleyhisselam efendimizin ve ilk dört Raşid Halife’nin yaşadığı zamana ‘Asr-ı Saadet/Mutluluk çağı’ adı verile gelmiştir. O çağı insanların mutlu olduğu çağ olarak görürüz. El-hak bu doğrudur da. O çağdakiler pek mutlu bir hayat yaşamışlardı.
Bugün etrafımızdaki karanlık tablolar, kahreden haberler, ezip bitiren sıkıntıların bunalttığı insanlar ‘ah Asr-ı Saadettekiler’ diye iç çekerler. O çağa imrenenler, yarım asır civarında olan o çağın nesine imrenmelerini tekrar düşünmelidirler. İnsanlık için çıkarılmış bu ümmetin o ilk çağının mutlu insanları, yaşadıkları o mutluluğu ne olarak anladılar acaba? Sosyal güvenceleri, iklimin güzelliği, ekonomik girdilerinin yüksekliği, boşanmalarının olmadığı aile düzenleri, ulaşım imkânlarının genişliği mi veya ne?
Asr-ı Saadet; açlık, hicret, onlarca savaşın içinde bulunduğu cihat, yoğun ibadet, küfür devletlerinin taarruzu, münafıkların desiseleri, fakirlik ve aile sıkıntılarının içinde bulunduğu dönemin adıdır. Güneş kadar büyük bir hakikattir bu: Bizim ‘mutluluk çağı’ dediğimiz zaman dilimi, içinde altmıştan fazla cihat hareketinin bulunduğu zaman dilimidir. Hamza radıyallahu anhın şehit olduğu zaman o zamandır. Tebuk gazvesi, Hendek gazvesi aynı tarih içindedir. Şu dilimizdeki ‘mutluluğu’ yaşayanlar akşam aileleri ile kahve içebilen insanlar değildi; aksine aileleri ile her sabah helalleşmek durumunda oldukları meşakkatlerin insanları idiler. O hâlleri ile mutlu olup mutluluk çağında kaldılar. Bunda da bir sıkıntı görmediler.
İnsanlık için çıkarılmış bir ümmetin ilk neslinin insanlık kadar ağır sorunları omuzlaması tabii idi. Tabii olmayan, böyle bir ümmetin bugünkü neslinin keyif kahvesi içmeye vakit bulacağını zannetmesidir.