Saygıdeğer hocam,

Tabii biliyorum tarih konuları konuşurken kaynaklara çok dikkat ediyorsunuz. Çünkü siz edebiyat öğretmenisiniz. Birileri bu konularda itiraz etmek istediğinde okuduğunuz kaynakları işaret ediyorsunuz, onlara bakılması gerektiğini söylüyorsunuz.

Ahmet Celal’in İnönü zaferini gazeteden okuyup bunu, kendinden uzak duran köyün kadınlarına, köy meydanında sefilce oturan köylülere, çocuklara velhasıl herkese, sevinçle ve devamlı söylemiş olması... Onların da vurdumduymaz tavırlarından Ahmet Celal’in kahrolmuşluğunu kendinize benzettiniz güncel olaylar üzerinden. Çağrışımınız çok güçlüydü hocam.

Siz de kürsüden bugün Gazze’de masum çocuklar, kadınlar, sivil halk öldürülürken dünya halkları caddelere ve sokaklara çıkıyor; üniversiteli gençler eylem yapıyor... Eğer biz suskun suskun  oturursak işgale ses çıkarmayan  köylülerden ne farkımız kalır? Yıktı beni bu cümle.

Sayın hocam,

İşte bu tür tespitleriniz bizi, kitaptaki olaylarla güncel olayların arasında sıkıştırıyor. Ve gerçekten kitap bize iyi rehber oluyor. Kitabı okuyanlar, Yunan uçaklarından atılan ve Anadolu insanına “Sakin olun, karşı koymayın! Biz padişah tarafındayız. Sizi Mustafa Kemal'in çetelerine karşı koruyacağız!” gibi uyarılar yazarak köylülerin üzerine serpiştirmesi dikkat çekici. Romanın iyi karakterlerinden biri olan 23 yıllık askerlik yapmış Bekir Çavuş’un: Bunlar böyle derler ama sonra bulguru, pirinci, koyunu, kuzuya alırlar, diye uyarması pek tesir etmez köylüye.

Yunan askerinin köye ilk geldiğinde aldıkları her şeyin “parası mutlaka ödenecektir!” diye köylüye geçerliliği olmayan belge verir.

Sayın hocam,

İnanıyorum ki siz bazı sözleri Yakup Kadri’nin kaleminden dökülen ama Ahmet Celal'e söylettirdiği abartılı sözler gibi aktarmak istiyordunuz. Kitapta öyle geçiyor ya...

Köye gelen Şeyh Yusuf'la ilgili bölüm de yazıyor ya... Köylülerde büyük bir değişim görmüş, insanların yüzlerinin güldüğünü fark etmiş Ahmet Celal ve sormuş sebebini. Şeyh Yusuf geldi mübarek bir adamdır. Bize dua eder ve güzel sözler söyler, nasihat eder, faydası vardır gibi ifadeler söylenince Mehmet Ali, Türk Aydını olan Ahmet Celal ne tür nasihatler etti, söyle bakalım?” diye sorar.  Hatırlamaz Mehmet Ali. Bu konuyu biraz abartan Ahmet Celal, şu kızın gözlerini iyileştirebildi mi? Şu sakat çocuğu tedavi edebildi mi?” diye bir Şeyh Efendiden köylünün beklemediği talepleri sıralar.

Siz de bu cümleden ilham alarak Ahmet Celal’in, menfaatçi, kibirli, cahil Şeyh Yusuf'tan, Hz. İsa'nın mucizeleri bekler gibi bir şeyler talep etmesini  hatırlamış ve garipsemiştiniz.

Tabii ki böyle sahtekar şeyhler her vakit vardır. Cahil köylüleri kandırabildiğini ve her dönemde böylesinin görülebildiğini ama hepsi de böyledir denemez ifadesi ile bizim farklı ve detaycı düşünmemize vesile oldunuz.

Saygıdeğer hocam,

Bence siz bu konferansı verirken ufuk açıcı cümlelerinizle Celal ismi olmayan Ahmet’siniz. Ahmet Celal okumuş kültürlü bir subay olarak, batıl inançlarla dini inançları harmanlamış cahil köylüler karşısında nasıl çaresiz çırpınışlar sergilemişse; siz de bizleri böyle bir kıyasla iğnelediğinizi hisseder gibi oldum, kusura bakmayın.

Değerli Hocam,

Sizin bazı konulardaki ileri düşüncelerinizi Ahmet Celal’e yine bazı konularda kendimizi de köylülerin haline benzetiyorum.

En sonunda Ahmet Celal’in, Mehmet Ali'nin kardeşi İsmail'in yavuklusuna gönül kaydırmasını, onunla beraber kaçarken yaralanmasını, Emine'nin kucağına başını koyup uyuması yani romantik bir akşam geçtikten sonra defteri ona emanet edip bilinmez bir yöne gittiğini söylememesini eleştirmeniz dikkatimi çekti. Normal şartlarda Türk'ün seciyesinde/ karakterinde olmayan bir davranış. Lakin yazar Yakup Kadri başta belirttiğiniz gibi meçhul bir kahraman oluşturmak istemiş.

“Gün geçti daha iyi anlıyorum Türk entelektüeli, Türk Aydınlı, Türk ülkesi denilen bu engin ve ıssız dünya içinde bir garip yalnız kişidir.” sözünü gerçekleştirmek üzere kaybolmuş.

Yazarımız Yakup Kadri, Ahmet Celal'in son sözleri ile bir adalet arama çabası göstermiş. “Kabahat benimdir. Kabahat ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş senindir.  Sen ve ben onları yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde herkesten ve her şeyden ve her türlü yaşamak zevkinden yoksun bir avuç kazazede halde bırakmışız.” İfadesini dikkate almak gerekir.

Değerli hocam, Sizin anlattığınız sadece bir kitap değil, bize verdiğiniz bir bakış açısıdır. Sanırım Milli Eğitim Bakanlığı da yeni ufuklar, yeni anlayışlar, yeni eğitim yaklaşımları ile yetişmemizi istiyor. Siz kalıplaşmış anlatıların dışına çıkıyorsunuz.  Pergel metaforu ile ayağımızın birinin metin üzerinde, diğerinin ise her türlü mantıklı ve ilintili yorumlamalara bizi taşıyorsunuz.

Her şey için özellikle bu “Kitaba Yolculuk” sunumu için teşekkür ederim.

İlgiyle dinleyen öğrenciniz.

AHMET TAŞTAN