Çehov, bir doktordu. Dostoyevski yahut Tolstoy gibi çok da düşünen bir adam değildi. Eserlerinde bir şeyleri eleştirmek, analiz etmek yahut bir görüşü savunmak ona göre değildi. Daha doğrusu onun mesleğine uygun değildi. O bir gözlemciydi, bir bilim adamı titizliğinde toplumunda ne görüyorsa aktarmaktan başka hiçbir şey yapmadı.
Dostoyevski ve Tolstoy bir ruha sahip adamlardı. İkisi de dibi görmüştü ve günahları apaçık ortada olan garibanlardı. Dostoyevski ayrıca dindar bir adamdı. Eserlerinde İsa’yı ve Azizleri konu edinirdi. Dindar bireyin yaşadığı karmaşaları ve onlarla birlikle inanmayanın da karmaşalarını çok iyi açıklardı.
Yazar, Allah kavramının sosyolojik ve psikolojik izdüşümlerinin fevkalade bilincindeydi. Tolstoy, Hristiyan bir anarşistti. İsa’nın insanlığa devleti, vergileri yahut bürokrasiyi değil sevgiyi, saygıyı ve hürriyeti bıraktığına inanıyordu.
Çehov için böyle güzel cümleler kuramayacağım. Çehov, bu iki çağdaşının aksine davası olan birisi değildi. Görmek istediği nasıl bir dünyaydı açıkçası çok bilemiyoruz. Bunlarla muhtemelen pek ilgilenmiyordu. Ancak bence Rus Edebiyatında kimsenin yapamadığını yaptı Çehov, toplumunun en gerçekçi fotoğrafını çekti ve bizlere sundu.
Bundan otuz sene sonra günümüzde yaşanan çekişmeleri, karmaşaları ve buhranları torunlarımız gazetelerden politik haberler vasıtasıyla okuyacak. Bir edebiyatçının dilinden günümüz toplumunu, karakterleri, buhranları ve eğilimlerini öğrenmek imkânsız bir halde. O yüzden bundan elli sene sonra da imkânsız halde olacak.
Mesela Suriye’den Türkiye’ye olan göçleri ve sonrasında yaşanan süreci kendi edebiyatçılarımızdan öğrenemeyeceğiz, o insanların neler yaşadığını gözlemleyip eserlerinde bize aktaran bir kişi bile yok. Ancak Çehov’un Rusya’sını Çehov sayesinde öğrenebiliyoruz. Çehov bizleri gazete kupürlerine mahrum bırakmıyor.
Çehov’un toplumu karanlık, ironik ve adaletsiz. Ümitsiz hayatlar, unutulmuş hayaller ve harap insanlar. Bunlara rağmen insanlar basit bir şakaya gülebiliyor ve neşelerini geri kazanıyorlar.
Hemencecik yönünü değiştiren kalabalıklar, yozlaşmış memurlar ve onlara karşı dillerini mühürleyip gözlerini kapatan bir toplum. Sarhoş bir adamdan öğrenci yurdundaki bir tıbbiyeliye kadar geniş bir panorama sunuyor bizlere Çehov. Kısacası toplumun en gerçekçi portresini çiziyor bizlere.
Toplumun, Durkheim’ın savunduğunun aksine makine gibi olmadığını bazen eğlence bazen ise hüzünle hareket ettiğini öğreniyoruz onun kaleminden.
Karakterlerin yahut insan kalabalıklarının neler yapacağını tahmin etmeniz pek zor zira burada toplumdan söz ediyoruz. Bazen birisinin öncülüğünde hareket ediyorlar bazen ise susuyorlar zira bir makine yahut denklem değiller. Böylesine akışkan bir yapıyı aktarmanın ne kadar zor olduğunu tahmin edebilirsiniz.
Edebiyatın en güzel yanı burada kendisini gösteriyor, Çehov’un çıkardığı yozlaşmış toplum oto-portresi bizleri Bolşeviklerin isyanının sebebine yöneltiyor. Yazarın “Maske” isimli hikâyesinde fabrikatör Pyatigorov’un etrafa verdiği rahatsızlık üzerine duruluyor.
Maskeli bir baloya anonim bir biçimde katılan fabrikatör, insanları rahatsız ediyor ve emri vaki konuşmalar yapıyor; olay yerine gelen polisler ve balodaki “aydınlar” mevzubahis kişinin fabrikatör Pyatigorov olduğunu fark edince aniden suspus oluyorlar.
Bu kişiyi avare bir sarhoş zannederken herkes bağırıp çağırıyordu ancak maskenin altındaki güç sahibi çıkınca tırsmışlardı. Hâlbuki onlar haklıydı, kim olursa olsun birisi kamusal alanı rahatsız etmemeliydi. Üstüne üstlük bu kişiler aydınlardı ve ona rağmen sessizlerdi. Çehov, bize toplumunun öyle bir yerinden konuşuyor ki Bolşeviklerin neden isyan ettiğini anlıyoruz.
Sırf zenginler diye hem bürokrasi hem de aydınlar tarafından kayırılan insanlar vardı Çarlık Rusya’sında. Çehov, bu insanların varlığını öylesine gerçekçi ortaya koyuyor ki Bolşeviklerin neden silahlandığını ve onlardan nefret ettiğini anlayabiliyoruz. Prişibeyev Çavuş isimli hikâyede de benzer bir olguyu yakalıyoruz. Prişibeyev, görev alanında olmamasına rağmen işini yapmayan polis, muhtar ve köylülere azar çeken bir çavuş. İnsanlara gerçeği ve yapılması gerekeni söylediği için dava edilmiş.
Yozlaşmış bürokrasiye karşı durduğu için alaya alınan ve aslında işini en iyi yapan kişilerden birisi ancak el üstünde değil ayaklar altına alınıyor. Tabii ki bu hikâyelerde ironi üslubu daha çok ön plana çıkıyor, biz sadece ana mesaja odaklanıyoruz.
Sadece iki hikâye vasıtasıyla bile Rusya’nın politik tarihinin sosyolojik tabanına dair çok önemli bazı bilgilere ulaştık. Şimdi bizim Çağdaş Türk Öykücülerimiz sosyal hayatımıza dair ne anlatıyorlar? Hangi öykülerimizde Türkiye’nin 21. Yüzyılında girdiği ekonomik, sosyal, kültürel ve politik çıkmazları anlayabiliriz?
ALİ KURNAZ