Nâzım Hikmet’in İstasyon adlı piyesi çok ilgi çekici bir metindir. Şair, Bolşevik Devriminin yeni gerçekleştiği Lenin’in idaresi altındaki Sovyet Rusya’ya götürür bizleri. Küçük bir taşra kentindeki telgraf/tren istasyonudur mekânımız. Eski toprak ağaları, devrime katılmış uşaklar, halk komiserleri ve Türk bir esirimiz var oyunda.

Piyes genel itibariyle feodal ve sömürü düzeninin hâkim olduğu kırsalda Bolşevik Devriminin nasıl karşılandığıyla alakalı. Bu hafta, piyesten gözüme ilişen birkaç meseleyi burada incelemek istedim. Bolşevik Devrimi, tipik Doğu Üretim Sistemi olan toprak ağalığının reddiydi.

Toprak Ağalığı, Marx’ın da değindiği gibi (Literatürde Asya Tipi Üretim Sistemi: ATÜT) sadece iktisadi bir mesele değildi. Ağanın iktisadi yolla kurduğu baskının politik, teolojik ve toplumsal pek çok yansıması vardı. Hikmet’te bu piyesinde bunların üzerine eğiliyor. Şair, Sarıkamış’ta Ruslara esir düşmüş Osman vasıtasıyla da Anadolu’ya öğütler veriyor.

Bu kentte bulunan kilise papazı ve eşi vasıtasıyla ağalığın teolojik yansımalarını görüyoruz. Bolşevik Devrimi ile ağaların toprakları köylüye dağıtılınca bütün sistem baştan aşağı değişiyor.

Papazın eşi, Lenin’in Kremlin’de oturduğu müddetçe köye asla huzur gelmeyeceğini savunuyor; papaz ise bütün bu olanlar karşısında ketum bir suskunluk içerisinde.

Belli ki ağaların, eski düzenin tarafındaydı; köyün varlıklılarından (Pomeşçik) Vlas Sergeyeviç gerine gerine “Ben koyu Ortodoks’um” diyordu ne de olsa. Ancak Vlas birkaç dakika önce toprak kölelerini de aşağılıyordu. Sahi acaba Vlas’ın Allah’ı kimdi? Para mıydı?

Sosyalist Anton İvanoviç oyunda şöyle diyor: “Allah, zenginlerin jandarmasıdır.” . Hikmet belli ki Marx’ın “Din, halkların afyonudur.” sözünden esinlenmiş ki zaten bunu sonraki mısralarda ifade ediyor.

Burada bu sözü incelememiz lazım. Öncelikle Marx’ın bu sözünün böylesine olumsuz anlaşıldığı tek memleket bizim memleketimizdir. Avrupa’da bu söz dindarlar için bir yol ışığıdır.

Afyon, Marx’ın çağında acıyı durduran bir ilaç niteliğindeydi. Avrupalı teologlar, bu söz ışığında dinin bir görmezden gelme/sineye çekme aracı olmaması gerektiği çıkarımında bulundular. Din, tam aksine insanı daha şuurlu bir birey yapmalıydı. Dindar, sineye çeken değil adaletle hükmeden kişi olursa ancak orada bir dinden söz edilebilirdi.

Bizde ise Marx’ın bu sözü daha çok Anti-Komünist propagandalarda kullanıldı. Avusturya, Yugoslavya ve Almanya’da “Marksist Hristiyan” gruplar hem akademi de hem de düşünce arenasında çok güçlülerdi.

Ne demeye çalışıyorum: Marksizm ile Allah’ı yan yana düşünmek imkânsız değil. Ernst Bloch, bu sentezi en sistematik biçimde yapmış kişidir mesela. Nâzım Hikmet’te zannımca bu görüşe çok yakındı.

Hikmet’in “Mevlana” isimli şiiri olsun, gene şairimizin onayıyla Faik Bercavi tarafından yazılmış “İslamiyet ve Sosyalizm” adlı eser (Cengiz Özakıncı, İslam’da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü, s. 112) ve Nâzım’ın Rusya’daki derin yalnızlığının onu hayatının son senelerinde İslâm’a yönelttiğini düşünmüyor değilim.

İslâm’ı burada bir araç olarak mı kullanmak istedi yoksa bir amaç mı, orasını asla bilemeyeceğiz. Neticede burada vazifemizin, suizan etmemek olduğu kanaatindeyim.

Söze geri dönüş yapalım. Anladığımıza inanıyorum ki Nâzım Hikmet burada Allah’a karşı değil, güç sahibini Allah belleyenlere karşı bir tavır takınmaktadır.

Dönemin jargonundan kaynaklı Hikmet burada zengin demiştir, günümüz için burada zengin yerine “güç sahibi” tanımını kullanmanın daha anlamlı olduğuna inanıyorum.

Evet; Allah, güç sahipleri için bir jandarma olmuştur. Fetvalar, kanunnameler ve hutbeler onların isteğine göre şekillenmiştir. Gücün sahipleri, dinin yasakladığı alana girdiğinde çoğunluk susmuştur. Savaş sebebi gerektiğinde düşman kâfir, isyan eden de mürtet olmuştur.

Bu durum şüphesiz ki Allah’ın değil bizim acizliğimizi göstermektedir. Din, bu insanların elinde bir amaç değil araç haline gelmişse buna müsaade veren toplum olarak suçlu bizizdir. Yasin Sönmez Ağabeyimin yazısından hareketle:

Ankebut Suresinin 61. Ayetinin muhatabının Mekkeli Müşrikler olduğunu biliyorsak şunu diyebiliriz: Mekkeli Müşrikler Allah’a İnanıyordu. O halde neden müşriklere Kur’an indi? Zira Allah’ı amaç değil putları için bir aracı haline getirmişlerdi (Zümer Suresinin 3. Ayeti).

Güç sahipleri de Allah’ı bir amaç değil, iktidarları/putları için bir araç/güç haline getirmiştir. Allah, peygamberimize şöyle demesini emretti: “De ki: Bana, dini O’na özgü kılarak Allah’a kulluk etmem emrolundu.” (Zümer-11).

Dini, Allah’a has kılmak; araya aracı sokmadan doğrudan Allah’a yönelmek demektir. Allah’ı ve dini, dillere düşürmemek ise bizlerin sorumluluğundadır.

ALİ KURNAZ