Birkaç ay önce okulda şans eseri Şükrü Erbaş’ın “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?” adlı şiirini dinledim. Pek ünlü bir mısra imiş aslında, İsmet Özel de “Akla Karşı Tezler” adlı şiirinde bu mısraya yer veriyor. Şairlerimiz, köylülerin kendilerini geliştirmemesine ve eleştirmeyi reddetmelerine bir sitem ediyor ancak bunu daha poetik ve mübalağalı bir yoldan ifade etmişler. O noktada ben de şu soruyu düşündüm: “Aydınları Niçin Öldürmeliyiz?”
Türkiye Cumhuriyetinde düşünmek ve fikir üzerinden hep bir senaryo kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyetinde diyorum zira 1923’ten sonra Avrupa’ya gönderilmiş muhafazakar öğrenciler bile (Nurettin Topçu bir örneğidir) elitist ve jakoben bir tavır takınarak devamlı halkı aşağı görmüşlerdir. Bu senaryo; düşünürlerin, halkın kendilerini anlayamamakla suçladığı çok klasik bir senaryodur. “Benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir mi?” anlayışının bizzat kendisidir.
Hep aynı dil ve üslup kullanılarak hakaretler yağdırılmıştır halka, “bizi anlayamıyorsunuz, eğitilmeniz gerekiyor” der dururlar ancak zaman bizlere onların okumuş kesim tarafından da benimsenmediğini göstermiştir. Bunu söyleyen onlarca Cumhuriyet Jakobeni vardı, hepsi unutuldu gitti. Ne eserleri okunuyor ne de kendileri hatırlanıyor. Kendi halk nefretlerinde boğulup yok oldular. Kayda değer hiçbir eser ve öğrenci bırakmadan lüks ve kibir içerisinde göçüp gittiler. Bugün bu geleneğin bazı taşıyıcıları halen aramızda ve akademide.
Özellikle Türkiye’de felsefe dünyasında 4-5 tane akademisyenin sözü dönmektedir. Azınlık okulları başta olmak üzere bazı kurumlara yayılmış haldeler ve asla söz söyleyemediğiniz kişiler/kültler bulunmaktadır. Kutsallarına dokunduğunuz anda “Sen ne yaptın ki?” sözleriyle sizi iğnelemeye ve aşağılamaya kalkarlar, en sonunda “Siz felsefeden ne anlarsınız, öküz Anadolulu!” derler. “Ah şimdi bir Paris’te doğsaydım insanlar benim kıymetimi nasıl da anlardı!” rüyalarına dalmaya ve hayal âleminde yaşamaya devam ederler.
Okullarının etrafında metrelerce büyüklükte kalın duvarlar vardır, duvarın ötesindeki acıları ve sefaleti görmezden gelirler. Yardımları bile reklama dayalıdır. Bütün suçu toplumda bulurlar. Onlarla beraber olmayı, aynı tastan yemek yemeyi, aynı dilden konuşmaya hiç çabalamazlar. Birileri bana bu isimleri övdüğünde doğrudan şunu söylüyorum: “Onun bize, kültürümüze, tarihimize ve felsefeye ne katkısı var?” Toplumda izi olmayan, ulusların putlarına hücum etmeyen bir aydın, aydın mıdır?
Bir insan hakları akademisyeni, dünyadaki ve ülkedeki ihlallere ses çıkarmıyor; sosyal adalet üzerine çalışan bir akademisyen, ülkenin varoşlarında dolaşıp canını dişine takıp kamuoyu oluşturmaya çalıştırmıyorsa o kişi aydın değil olsa olsa bataklıklara saplanıp kalmış bir kalburüstüdür.
Bir yandan elimizde bu akademisyenlerimiz ve düşünürlerimiz var. Diğer yandan Doğu’da insanların Kur’an’dan hurafeler çıkarmasına karşı toplumun hatalarını haykıran ve bunun sonucunda Cuma namazına giderken linç edilen ve kitapları yakılan İbn Rüşd; yüzyıllar boyunca tekfir edildiği için okutulmayan Farabi ve Sina, meşru gücün keyfine göre konuşmadığı için öldürülen Sühreverdi var. Batı’da kilisenin dogmalarını kabul etmediği için öldürülen Brabantlı Sieger, bu dogmalara karşı aktif bir mücadele yürüten ve boynunda idam kararlarıyla gezmiş Luther ve arkadaşları böylelikle şu anda sayamadığım daha yüzlercesi var.
Sizce bu saydığım insanlar toplumları tarafından anlaşılmış mıydı? Hayır. Peki, o halde bu insanlar “Siz ne anlarsınız felsefeden!” deyip kenarda inzivaya mı çekildiler? Hayır. Bunun yerine ilk taşı atmayı seçtiler, arkalarından kimse gitmese bile erdemli bir insan gibi yaşayıp onurluca öldüler. Onların bu erdemli hareketlerini tarih ve insanlık unutmadı ki bugün onları tanıyoruz, tanımadıklarımız için ise dua ediyoruz. Şimdi ülkemizin bu aydınlarına yüz sene sonra kim dua eder kim kitaplarını okur?
“Bizim toplumumuzun felsefeye eğilimi yok!” diyor bu elitistlerden bazıları. Yukarıda bu uğurda saydığım isimlerin toplumlarının felsefeye ve düşünmeye derinden bir eğilimi olsaydı onları öldürürler miydi? Dahası bu noktada şu soruyu sormak çok daha uygun bence “Senin felsefeye eğilimin neye göre var?”
Felsefe alanında doktora aldığında düşünme hususunda tekelleşiyor musun? Bir köylünün senden daha iyi düşünmediğini bana nasıl kanıtlayabilirsin? Zihninin, dağlarda koyun otlatan bir çobandan daha berrak olduğuna nasıl bu kadar da net kanaat getirebiliyorsun? Felsefe tarihi bilip terminolojileri öğrendiğinde gerçekten “Düşünmüş” mü oluyorsun?
Kitaplarınızı en derinlere kendi ellerinizle gömün zira siz gömmezseniz tarih bizzat kendi eliyle gömecek.
ALİ KURNAZ