Her insanın bir ikametgâhı vardır, herkes bir yerde konaklar. Yani bir yere Konakçı oluruz. Bir yere kendimizi bağlar, yaşamımızı o kaya üzerine kurarız. Kimileri zillet üzerinde kimileri ise selamet üzerinde yaşar. Bazılarımız güce tapınır bazılarımız ise hakikate. Bütün bu süreç insanlık tarihine yayılmıştır.

Ebu Suud’un fetvalarını herkes bence edinmeli. Ebu Suud’un merkeziyetçi olmayan her İslami görüşe nasıl karşı durduğunu ve acımasız davrandığını göreceksiniz. Fatih Sultan Mehmet’ten bu yana Osmanlı Sarayından bizlere Gazzali ekolünden Sünni İslam öğretilmektedir. Medrese eğitimi bunun üzerine kurulmuştur ve Enderun’da da bu ekol etkilidir. Bu ekole uymayan Anadolu ise her zaman hep üvey evlat olarak kalmıştır.

Yaban romanında da en basitinden bunu görebilirsiniz. Yakup Kadri, hiçbir şekilde devletin uğramadığı bir Anadolu portresi çizer. Bunun arkasında bir propaganda amacı yoktur, olan şey zaten budur. Keza Mehmet Akif’te bunu işlemiştir. Bu süreç, Kanuni ve Ebu Suud ile başlayan bir süreçtir. Kentleşmeyen ve merkezin idaresi altına girmeyen Anadolulu hep bir kenarda kalmıştır. Düzenli vergiler ödenmediği, saray ile aynı şekilde düşünmediği ve aynı dini pratiklere sahip olmadığı için Anadolu pek sevilmemiştir.

Tabii, bu süreçte Halk Edebiyatı en büyük darbeyi yemiştir. Ebu Suud, Yunus Emre gibi bazı halk şairlerinin okunmasını ve okutulmasını yasaklamıştır. Özellikle Yunus Emre’nin şu mısrası yasaklanmıştı: “Cennet cennet dedikleri, bir ev ile birkaç huri / İsteyene ver sen onu, bana seni gerek seni.”

Yunus Emre’nin aslında bu girişimi Endülüs’e kadar uzanıyor. İslâm’ın Altın Çağı’nda da bazı düşünürler bütünüyle Cennet/Cehennem Azabı üzerine kurulmuş bir din anlayışından çok bunalmışlardı. Devamlı korku yahut hazlar üzerine kurulmuş bir anlayışı sağlıklı bulmuyorlardı. Bunun, ibadette ihsanı öldürdüğünü düşünüyorlardı.

Bu durum aynı zamanda literatürde “Cennet/Cehennem Ebedi mi?” tartışmasına yol açmıştır. Tartışmada kimin haklı yahut haksız olduğu şu anda konumuz değil ancak bu tartışmayı oluşturan düşünürlerin kafasındaki soru şuydu: İnsanlar ya aşırı korkuyor ya da aşırı hazza odaklanıyor, bu insanlar ibadetlerinde samimi mi?” Bu soru bence çok kıymetli. Burada lütfen detaylara takılmadan büyük fotoğrafa odaklanalım.

Düşünürlerin, insanların dini yaşayış biçimleri hakkında şüpheleri vardı. Bütün âlemleri yaratan ve gücü mutlak olan Rabbin insanlardan tam olarak ne istediğini kavramak istiyorlardı. Kur’an’da yazan ibadetlerle rabbin ne anlatmak istediğini anlamaya gayret gösteriyorlardı. “Acaba ibadetlerimizi ve dualarımızı Allah’a doğru bir biçimde mi yöneltiyoruz?” sorusunu sordular. Böylelikle ibadetlerin yöneldiği hedefin Cennet yahut Cehennem değil doğrudan Allah olması gerektiğini düşündüler.

Farabi, Rüşd ve Sina bu hususta konuşan kişilerden birkaçıydı. Ancak dürüst olmam gerekir ki Yunus Emre’nin bu mısrası; düşünürlerin yüzlerce sayfalık açıklamalarından çok daha vurucu, net ve etkileyici. Yunus Emre şüphesiz ki Allah’ın verdiği nimetleri reddetmedi yahut onları aşağılamadı. Ancak ibadetini cennetin nimetlerine değil onu yürüten ve yaşatan Rabbe yönlendirdi. Bunu da böyle poetik bir biçimde ifade etti.

Peki, bu şairimiz ve düşünürlerimiz sonuç olarak neyi göstermek istediler: Nefret ve korku üzerine konaklamış bir İslâm olamaz. Farklı düşüncelere ve eleştirilere karşı hakaretlere girişen bir İslâm olamaz. “Kâfire hoşgörü yok” diyen bir İslâm olamaz. Hoşgörüyü ve sevgiyi “Tatlısu Müslümanlığı” olarak gören bir İslâm olamaz. Düşüncelerini belirtmek isteyen birisine “Çapulcu, vatanın öz evladı değil” sıfatlarını yakıştıran bir anlayış olamaz.

İslâm, gönüllerin fethidir; toprakların değil. Dini, Ebu Suud’lar değil; Yunus Emreler yaymıştır ve sağlamlaştırmıştır. Böylelikle din; güç, para, cennet, huri ve haz üzerine kurulmamıştır. Arkanıza bir kitle ve çoğunluk topladığınız gibi kibirden yürüyemiyor hale geliyorsunuz. Ebu Suud’un da başına aynısı geldi. Dönemin en güçlü İmparatorluğunun en güçlü kurumu olan din işlerinin başındaydı. Bugün onun vaktinde gücün yanında konaklayanlardan olduğunu görebiliyoruz.

Ebu Suudlar halen aramızda. Onların karşısında ise Yunus Emrelerimiz yayılmaya devam ediyor. Birisi kılıcını kendisinden olmayan herkesin boğazına doğrultuyor diğeri ise kalemini bütün insanlığın kalbine yöneltiyor. Bugün kitaplarımızda yahut gönüllerimizde Ebu Suud yok, Yunus Emre var. Siz de gönüllerimizde ve kitaplarımızda olmayacaksınız. Ancak düşüncelerinden korktuğunuz o kişiler torunlarımızın gönüllerinde olacak. Gücün ve nefretin yanında Konakçı oluyorsunuz, sevginin dizinin dibinde ikamet edin.

ALİ KURNAZ