DERS VEREN HİKAYELER
“Fare Çuvalı Teorisi”
Mısır’ın bir köyünde tarım mühendisi olarak çalışan bir adam, Kahire’ye gitmek üzere trene bindi.Yanına, köyün yaşlı çiftçilerinden biri oturdu.
Mühendis, çiftçinin ayakları arasında bir çuval olduğunu fark etti ve yol boyunca çiftçi, her çeyrek saatte bir çuvalı çevirip içindekileri karıştırıyor, sonra tekrar ayakları arasına yerleştiriyordu. Bu durum yolculuk boyunca devam etti.
Mühendis, çiftçinin bu hareketini garipseyerek çuvalın hikâyesini sordu. Çiftçi, “Fareleri ve sıçanları yakalayıp bunları Kahire’deki Ulusal Araştırma Merkezi’ne satıyorum; orada laboratuvar deneylerinde kullanılıyorlar” dedi.
Mühendis, “Peki bu çuvalı neden sürekli çevirip sallıyorsun?” diye sordu.
Çiftçi, “Bu çuval fareler ve sıçanlarla dolu, eğer çuvalı çeyrek saatten fazla sallamaz ve çevirmezsem fareler ve sıçanlar rahatlayacak ve yerleşecekler. Bu durumda, onların gerginlikleri azalacak ve çuvalı kemirip delmeye başlayacaklar.
Bu yüzden onların korku ve gerginliklerini artırmak için her çeyrek saatte bir çuvalı sallıyorum. Böylece birbirleriyle çatışırlar, içgüdülerine kapılırlar ve çuvalı unuturlar, ta ki Araştırma Merkezi’ne varana kadar” dedi. Mühendis, çiftçinin düşünce şekli karşısında şaşkınlığa uğradı.
Emperyalist devletlerin gariban ülkelerde oynadıkları oyunlar, “Fare Çuvalı Teorisi” ile açıklanmaya başlandı.
Sömürülecek ülkeler, öyle uzun süre “huzur ve istikrar” içinde bırakılmıyor, fitne çıkarılıyor, terör azdırılıyordu.
Nasıl köylü, fare çuvalını sallayınca fareler çuvalı kemirerek delip dışarı çıkmayı bırakıyor birbirleriyle kavgaya tutuşuyorsa, geri kalmış ülkelerde sistematik olarak çıkarılan karışıklıklar da milletlerin uyanmasını engelliyordu".
FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI
Sokrates diyor ki:Ben gençken erken kalkmaktan hoşlanmazdım ve annem bu davranışımdan nefret ederdi. Çünkü bir gün beni zengin bir tüccar olarak görmeyi hayal etmişti.
Ve bir gün annem benimle öğretmeni görmeye geldi. Aralarında bir anlaşma yaptılar.
Ben de:-Öğretmen erken kalkmanın faydalarını bana anlatsın, dedim.
* Öğretmen: -Sokrates, sana harika bir hikaye anlatacağım ve sen de bana bundan ne çıkardığını anlat. Tamam mı?
Sokrates: -Peki.
* Öğretmen: -İki kuş varmış, biri erken uyanıp böcek yiyip yavrularını beslemiş. Diğeri geç uyanıp yiyecek bir şey bulamamış... Hikayeden ne anladın Sokrates?!
Sokrates: -Erken kalkan böcekler, kuşlar tarafından yenir!...
ÖLÜ EVİNDEN ANILAR
Dostoyevski kalabalık bir toplantıda yaptığı konuşma ve okuduğu şiir nedeniyle Rus Çarı tarafından hapse mahkum edilir ve Sibirya’ya sürülür.
Hapis yıllarını “Ölüler Evinden Anılar” isimli kitabında toplar.
Yazar, buradaki hayatından önce halkı, insanları tanıdığını düşündüğünü, ama yanıldığını hapis yıllarında anladığını belirtir.
Dostoyevski, ‘kara halk’ olarak tanımladığı bu kitleyle karşılaştıktan sonra, insanları çözümlemeye ve iç dünyalarının derinliklerine inmeye başlar.
Sürgünde Dostoyevski, hapishanedeki bir köpekle, insan ilişkileri üzerine gözleme dayalı bir deney yapar.
Köpeği takibe alır ve yanından geçen her mahkumun onu tekmelediğini gözlemler.
İlginç olan şey, köpeğin mahkumlardan kaçmaması ve yanına bir mahkum yaklaştığında eğilerek tekme pozisyonu almasıdır.
Köpeğin her yanından geçen her mahkum köpeği tekmelemekte ve köpek buna bir tepki vermemektedir.
Dostoyevski de, bir gün köpeğe yaklaşır ve onun başını okşamaya başlar.
Köpek bir süre şaşkın şaşkın ona baktıktan sonra, hızla yanından uzaklaşır ve acı acı havlar.
Önüne gelen mahkumun tekmelediği köpek, o günden sonra nerede Dostoyevski’yi görse ondan kaçar ve ona bir daha asla yaklaşmaz.
Köpeğin tekme atanlardan kaçacağı yerde başını okşayan Dostoyevski’den kaçmasının bir psikolojik açıklaması vardır elbet!
Kötülüğü hayat şartı kabul etmiş canlıların sevgiyi, kardeşliği, paylaşmayı görünce çok büyük şaşkınlık yaşamaları ve afallamalarıdır bu...
Ruhu köleleştirilmiş bu köpek sevgiye açtır ve bu durum insanlar için de geçerlidir...
Bazen kötü davrandığınız insanlar sizi çok sever bazense iyi davrandıklarınız sizden nefret eder...
ABDÜLVASİH DURAN