Özer Yılmaz'ın Köşe Yazısı

‘Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı’ Yunus Emre yıllar önce bu güzel sözü söylemiş, öyle söylemiş ki taşı tam da gediğine oturtmuş. İçimde öyle kabaran öfke var ki neyi nasıl ve kime nasıl yazacağımı ve anlatacağımı bilemiyorum. Cennet mekân Yunus Emre’nin yukarıda ki sözü aklıma geldikçe söyleyeceklerimi yutuyorum. Sözleri yuta yuta içim şişti, içim şiştikçe öfkem daha da kabardı. Söyleyeceklerimi içimde tuttukça Peygamber Efendimizin ‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.’ Hadisi şerifi aklıma geldikçe susmanın yersiz olduğunu değerlendirmeye başladım ama aklım iyice karıştı.   

Seni bu kadar öfkelendiren nedir, söyle de kurtul diyen çıkabilir ya da bu öfkenin karşılığı ne acaba diye merak eden de olabilir. İçimde bu kadar gelgitler yaşadıktan sonra esas konuya girilmesi gerektiğine karar veriyorum. Efendim gerek sosyal medyada gerekse yazılı ve görsel basında, kendisinde Müslümanlar adına konuşma yetkisi olduğunu düşünen zavallı din tüccarları İslamiyet adına atıp tutuyor ve konuşuyor. Kendilerinin yaşamlarına ve yaşam tarzlarına bakıldığı zaman halka önerdikleri yaşam tarzının zıddını yaşadıklarını görmek mümkün. Tabi bunu burada yazdıktan sonra o zavallı din tüccarlarının adına ortaya çıkıp atıp tutan olacak. Ne yazık ki din tüccarları eleştirilince sanki Müslümanlık ya da İslamiyet eleştiriliyormuş gibi bir algı var toplumda. Aslında din tüccarlarının eleştirilmesi hem gerçek iman sahiplerini, hem İslamiyet’i hem de Müslümanları korumaya yönelik bir hamle olduğu herkes tarafından bilinmeli. Bu böyle bilinirse gerçek iman sahipleri, hakiki Müslümanlar ile barışın ve gelişmenin temsilcisi İslamiyet gerçek kimliğine kavuşmuş olur. Bu gerçekle, inançlı insanlar ya da inancı gereği yaratanına yakınlaşmak isteyen insanlar din adına aldatılmaktan kurtulur.  

Fakirlik asla bir asalet örneği değildir. Çalışmamak, fakir kalmak, muhtaç olmak, başkasına el açmak, başkasından yardım dilenmek asıl Müslümanları rencide eden bir harekettir. Müslüman Helalından çalışarak ‘Hiç ölmeyecekmiş gibi çalışın, yarın ölecekmiş gibi ibadet edin.’ sözünü kendisine düstur edendir.  

Müslüman ‘Veren elin alan elden daha hayırlı olduğunu’ bilendir.

Müslüman ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ayeti Kerimesinin gereğini yerine getirendir. Bu amaçla sürekli arayan, soran, sorgulayan ve bilimi kendine düstur edendir.

İslam dininde, Allah ile insanlar arasında herhangi bir aracı kişi ya da kişilere ya da kuruma ihtiyaç yoktur.

İslam dininde ruhban sınıfı yoktur, herkes Allah katında eşittir.

İslam dini her zaman gelişmeye hem de en yeni gelişmeye açık olan bir din olduğundan gelişmeyi her zaman teşvik edici olmuştur. Bu amaçla Peygamber Efendimiz ‘İlim Çin’de olsa bile gidip alınız.’ Hadisi şerifiyle ümmetinin, çağının gelişmesine ayak uydurmasını, ‘‘Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın’ ayeti kerimesini tekrar ederek de, Müslümanları özgürlük ve bağımsızlığı için çalışması gerektiğini, gelişmeleri takip etmesi gerektiğini emrini vermiştir.     

Sözde kendisini âlim sananlar, yokluğun yoksulluğun ve cehaletin övünç kaynağı olmasını anlatıp durmaktalar. Adaletin, hakkın, hukukun insanlık için onur kaynağı olduğunu anlatmak yerine; yokluğun,  yoksulluğun erdeminden bahsetmekteler. Oysaki yolsuzluğun, yoksulluğun, haksızlığın, geri kalmışlığın insanlar üzerinde ki acımasız sömürü etkisini anlatsalar İslamiyet adına daha anlamlı hizmet edeceklerini bildikleri halde çıkarları gereği anlatmazlar.  Müslümanların,  milletler cemiyeti içinde asil yerini alması için eğitim, üretim, yeni buluşları bulmasına bağlı olduğu unutulmamalı. Ve son cümle ‘Allah’ım yokluktan, darlıktan başkalarının himmetine düşmekten sana sığınırım. Müslümanları koru ve kimseye muhtaç etme’ Âmin.