Yavuz Turhan'ın Köşe Yazısı

Beckenbauer diye bir adam. Alman futbolunun yetmişli yıllardaki yakışıklı, başarılara doymayan, kazanmadık kupa bırakmamış futbolun profosörü bir adam...

Erken evlenmiş, üç çocuğu olmuştur. Oğlu Stefan'da başarılı bir futbolcudur, goller atmaktadır ancak babası kupalar kaldırmaktan stada gelip oğlunun maçını izleyememekte,onu alkışlayamamaktadır. Herkesin babası stadda olur ama Stefanın babası yoktur.

Futbolu bırakınca Beckenbauer Alman futbolunun başına geçer ve yüksek başarılarına devam eder. Dünya şampiyonlukları vs. hepisini kazanırlar.

Kırklı yaşlarını geçince Beckenbauer, o başarılı adam artık futboldan ayrılıp evine dönmeye karar verir. Stefan, babasının kokusunu ilk defa babası kırkiki yaşına geldiğinde hissedebilir. Artık çok mutludur Stefan.

Ailesiyle mutlu yaşamayı hayal eden Beckenbauer kısa bir zaman sonra oğlu Stefan'ın kanser olduğu haberiyle sarsılır.

Amerika'dan Avrupa'ya bütün dostlarının sahiplenmesiyle oğlunu muayene ettirmediği doktor kalmaz. En son Fransa'da bir hastane merdivenlerini çıkarken Stefan merdivenlerde biraz bitkin, merdivenlere yığılır. Kendisini tutup kaldırmak isteyen babası Stefan'ın ağzından dökülen şu sözlerle sarsılır.

Stefan, babasına ; "Baba,biliyormusun, senin kaldırdığın o kupaları biz hiç sevmedik. Sen maçları kazanıp kupa kaldıracağın zaman annem televizyonun açık olduğunu farkederse televizyonu kapatırdı. Biz senin kupalarını hiç sevmedik baba" der.

Dünya futbolunun yıldızı, bir sözü iki edilmeyen koskoca Beckenbauer Fransa'da bir hastane merdiveninde oğlunun sözlerine hüngür,hüngür ağlamaktadır..

Aradan geçen üç ay zarfında oğlu Stafan'ı kaybeder Beckenbauer. Bugünlerde kimselerle görüşmek istemez bu futbolun devi. Kendisiyle konuşma fırsatı bulanlara şunu söyler; "Kazandığım bütün kupalarımı alın, bana, Stefan'a sarılabileceğim iki dakika verin..."

Ne dersiniz?

Sevdiklerinize sarılmayı ertelediniz mi?

Sevginin varlığı zaten bayram değil mi?