Nureddin Yıldız yazdı
İki neslin birincisi olan nesle bakalım. Herkesin bildiği o meşhur yılların insanları olarak yaşadılar. İklim haşin bir iklim, yakıp kavuruyor. Doyasıya yiyecek yok. Su çeşmesi görülmemiş bir şey. Giyim örtecek kadar. Güvenlik yok; öldürülenin hesabı sorulmuyor. Mü’min olmak çok şeyi göze almak sayılıyor. İşkenceyi, hicreti, kıtlığı, cihadı, şehadeti, sakat kalmayı göze almadan mü’min olmak mümkün değil. İş ağır, görev çetin, imkân kıt, düşman güçlü. Seccade bile yok; çakıl ve kum seccade sayılıyor.
Kur’an iniyor, onu yazacak kâğıt yok, kalem yok. Çocukları öğretecek bir mekân yok. Sadece bir Suffe var, kıt kanaat orada durabilenler bir şeyler öğrenebiliyor. Bir arada bulunup, Peygamber aleyhisselamdan din adına öğreteceklerini dinleme fırsatı bile yok. Bir hadis dinleyen diğerini dinleyemiyor. Not tutma, bir arada öğrendiklerini tekrar etme şansları bile yok.
Pek çoğu, Kur’an’ı topluca bir arada bile görmekle müşerref olamadılar. O şartlarda iman edip mü’min olarak yaşayan nesil zorlukları, sıkıntıları ve ilk nesil olmanın eksiklikleri yanında mükemmel bir iman tablosu oluşturup gittiler. Yoklar listesinin karşısına müthiş bir varlık sergileyen iman ispat ettiler.
Onlar ortamları nedeniyle eksik bırakıp gitmek gibi bir sonuç çıkardılar mı? Ya da ilk nesil olmanın, Peygamber aleyhisselamın dizi dibinde olmanın erişilmez onuru ile farklı fırsatlar yakalayıp mı gittiler? Onlar şanslı mı?
Bir de bilgisayar zamanının nesline bakalım. Dünya parmaklarının ucuna sıkışacak kadar küçülmüş önüne konmuş. Asırlarca süren ilim birikimini bir tuşla önüne koyacak kadar geniş fırsatlar var elinde. Okumak istediğinde kitabından akıllı tahtasına kadar her şey önünde hazır duruyor. Camileri klimalı, halıları yün, pencereleri perdeli, abdestlikleri şelale gibi, seslendirme mükemmel, ezanları bile merkezî, imamı maaşlı, müezzini kayyımı ayrı bir cami; o camide namaz kılmakla mükellef. Medreseler yaygın. Hatta laik bir düzenin himaye ettiği, görevlilerinin maaşını verdiği din öğretilen okulları var.
Haccı uçakla yapabiliyor. Umresi lüks otellerde dinlenerek yapılıyor. Ramazan’da oruç tutacağı zaman doktor kontrolünde, Bedir’e gitme sıkıntısı yok, hurmayı sadece özlemli olsun diye iftariyelik olarak tüketiyor, sofralarında yenemeyenler yenenden çok daha fazla olarak oruç tutuyor.
Yaşadığı her köyde camisi var, hocası var, evler kütüphane gibi kitap dolu bir hayat yaşıyorlar. Güvenlikleri var. Yerleşik hayatları var. Göklere yükselen binaları mesken edinmişler. Allah’ın nimetleri sayılmakla bitmiyor.
Bu neslin de sıkıntıları var elbette; tabiat bakirliğini yitirmiş, gıda doğal değil, manevi buhranlar var, insanî ilişkiler çok tahribat görmüş, aile sarsılmış, cemaat dağılmış, Hilafet yok, faiz, zina almış başını gitmiş. Varlar kadar yoklar da var bu nesilde.
İki nesilden hangisi daha şanslı sorusunun cevabı nedir? En kısa ve net cevap şudur:
İlk insandan son insana kadar hiçbir nesil, hiçbir insan diğerinden daha şanslı veya şanssız değildir? Zira Allah Teâlâ, ilk insandan son insana kadar herkesi aynı şartlarla aynı cennete davet etmektedir. Bir nesle verdiği imkânları ikinci nesilde vermediğinde adaletli bir meydanda yarıştırmamış olur kullarını. Bu da O’nun işi değildir. Biz, uzaktan seyrederken, ‘filan sahabi ne şanslı imiş mesela Peygamber aleyhisselamı görmüş’ diyoruz. Hâlbuki ‘Peygamber aleyhisselamı gördüğü hâlde cehennemde yanacak niceleri var, onu görmek tek başına bir şans değildir’ dememiz gerekmektedir. Tıpkı, şu zamanda ‘ne güzel, herkes bilgisayardan âlim olacak’ diyemediğimiz gibi. Bilgisayar iman ve amel hızını arttırmadı. Gelen fitnesi ile geliyor.
Hiçbir zaman ve hiçbir mekân, sınırsız bir şans değildir. Bilakis bütün zamanlar ve mekânlar, onları değerlendireceklerin himmeti kadar değerlidir. İş becerebildikten sonra Firavun’un sarayından bir Âsiye olup çıkmak ve Kur’an’da övülmek mümkündür. Tıpkı, Kâ’be’nin eteklerinden bir cehennem kütüğü Ebu Cehil olarak yuvarlanıp gitmek mümkün olduğu gibi. Zamanlara ve mekânlara takılı kalma yerine heyecanımızı ve himmetimizi yükselterek yol almayı gaye edinmeliyiz.
Ne şanslıyız ne de zarardayız. Sadece imtihandayız. İmtihan ise hep aynıdır. Soruların yeri ve cevap şıklarını değiştirmişler. Ana soru hep aynıdır: Şeytana uymak veya uymamak!