NURETTİN YILDIZ'ın köşe yazısı
Kitabımız Kur’an’ın sık sık önümüze koyduğu peygamberlere ait kıssalar asla hayal değildir. Bugün gözümüzün önünde gerçekleşmişten daha kati bilgilerdir onlar. Bizim ve bizden sonrakiler için birer örnek olarak görüyoruz o kıssaları. Allah’a kulluğun en güzel örnekleri olan o kıssalar ve kıssaların sahipleri adeta biziz. Olaylar da bize ait olaylar gibidir. Zira iman davamız onlarla aynıdır. Emelimiz olan güzel akıbet de aynı akıbettir. Önümüzde duran o örnekleri nasıl hayal olarak görebiliriz? En gerçek, en yerinde ve en örnek alınabilir bilgilerdir onlar.
Kur’an’ımızın zikrettiği diğer salih insanların kıssaları da bizim içindir, bize göredir. Onlar da bizim gibi insandılar, bizim imanımız gibi imanları vardı, bizim beklentilerimizin bekleyeni idiler. Ateşle doldurulmuş çukurlarda alevlere atılmış mü’min insanlara dair bilgi bugünkü gibi taze bir olaydır. Kur’an’ımız Allah’ın kitabı olarak kaldıkça ki başka ihtimal yoktur yani ebediyete kadar da o olay taze kalacaktır. Bugün gözümüzün önünde cereyan etse idi o kadar taze ve canlı göremezdik o olayları. Kur’an kadar taze ve kati bir olaydı o ateşten çukurlara atılan binlerce mü’min insan olayı. Asla hayal değildir, asla başkalarına verilmiş örnekler değildir. Gerçektir ve bize gösterilmiş örneklerdir.
Acı çektiğini hissedenlere o çukurlarda yanan mü’minler gerçek birer örnektirler. İnsanlara konuşan ama konuştuğunun dinlenmediğini zannedenlere de Kur’an’ımızın ‘keşke kavmim bilseydi!’ diyen örnekler vermiştir. Örneklerle dolu kitabımız önümüzdedir. Kendisini sıradan bir mü’min görene de, farklı olduğunu düşünene de, herkese örnekler vardır.
Kur’an’ımız bizimdir, bize konuşmaktadır. Ondaki bilgilerin muhatabı biziz. Kaç asır önce indiği önemli değildir; şimdi olmuş gibi, bizi çağırıyor gibi, adımızı anarak bize hitap ediyor gibi bakarız kitabımıza. Zira mü’miniz, ona iman ettik, onunla yaşamayı taahhüt ettik. Gereken budur, hakikat de budur.
Kur’an’ımızın ilk indiği zamanın muhteşem nesli ashabı kiramdaki örneklik de hayal değildir. Allah’ın rızasını, Peygamber aleyhisselamın hoşnutluğunu kazanmış o mübarek insanlar göklerden inmiş melekler değildiler. Özel yaratılmış insanlar da olmadılar. Kimi cahiliye bataklıklarından çıkıp gelmiş, kimi çöl kültüründen kazanılmış kimi de savaşlardan esir alınmış insanlardır. Özel dualarla da kuşatılmadılar. Bir mucize sonucu ortaya çıkanı da olmadı. Annelerinin bebekleri olarak doğdular. Bataklıktan bataklığa yürüdüler. Sonra da Allah’ın nebisi ile buluşunca kıymet bildiler. Kendilerinden isteneni yapmaya muvaffak oldular. Eskiyi silip yeniye sarılmayı becerdiler. Sabrettiler, gayret ettiler, yılmadılar, düştükleri yerde kalmadılar da, dikilip yürümeye devam ettiler. Neticede de Allah’ın razı olduğu nesil oldular. Mucize ve dua ile değil gayret ve heyecanla, ihlasla başardılar. İnsanın yapabileceğini yaptılar, meleklerle ölçüldüler.
Onları örnek aldığımızda karşımızda elle tutulamaz, gözle görülemez varlıkları görmeyiz. Bizim gibi birilerini buluruz aksine. Yiyen içen, uyuyan, yürüyen, ağlayan, gülen, kızan, günah işleyen ama tevbeye sarılan insanlar olarak görürüz onları.
Onları ‘ashabım!’ diyerek önümüze koyan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi tırmanılamaz bir yokuşa sürmüş değildir. Yapılabilir şeyi yapan ve bizim gibi insanlardan oluşan bir nesli bize örnek göstermiştir. Kimse onların ibadetine bakıp da ‘biz nere onlar nere’ diyemez. Onların infakına bakıp ‘biz nasıl verelim onların verdiğini’ diyeceği bir rakam yoktur ortada. Onların cihadına bakıp da ‘yapılamaz aynısı’ kararını veremez bir mü’min. Onlar yüzde yüz gerçeklerin yansıtıldığı örneklerdirler. Bir mucizenin sonucu da değildirler. Medine orada, onlar oradadır. Hayat ortada, o örnekler meydandadır. İnsan ise onlar da insandı. İman ise onlar da mü’min idi. Heyecanı ve aşkı çıkardıktan sonra aramızda engel oluşturabilecek bir fark kalmamaktadır. Eksiğimiz heyecanımız, cenneti gözümüzün önündeki bir dağın eteğinde görebilecek aşkımızdır. O heyecanı ve aşkı tutturan, gerçek örneklerle buluşur ve maksuduna kavuşur.
Asla hayal değildir. Mus’ab bin Umeyr sanki şuradadır. Yesrib de benim köyüm kadar yakındır. Hamza da yüreğindeki mızrakla önümüzdedir. Enes’i görememek mümkün mü? İşte Enesler; evlerimiz, çevremiz onlarla dolu değil mi? Enes nasıl hayal olur, hayal olan Enes değil, yavrusunu feda etmekte ayak sürüyen annelerdir. Ebu Bekir ne mağarada ne de çöl yolunda hayal değildir. Halid taptaze duruyor. Başı göklere değmiş Ömer nasıl hayal olsun? Allah onlardan razı olsun. Ne enbiya ne de ashab; asla hayal değildir. Önümüzdedirler ve örneğimizdirler. Onlara göre bakıldığında biz hayal olabiliriz eğer ortada bir hayal olma olacaksa.