İnsani ve kadim bir duygu hasretlik… Kendimi bildim bileli böyleyim, içimde tarifi zor bir hasretliğim var. Hep düne, bir önceki güne, daha öncesine, çocukluğuma dair bu hissiyat. Ve hatta daha öncesine belki, bilemiyorum. Bir şeyleri özlüyorum nedensiz?...

Konu bana mı mahsus diye çok kez araştırdım, yakın uzak çevreme sordum, “özlüyor musun?” diye… “Evet, hem de çok” dedi hepsi, “neyi” diyen olmadı…

İnsan böyle yaratılmış belli ki… Doğdu, ağladı, hasretliği geldiği/gönderildiği yere sanki… Öz yurdumuza, “Melekût alemi” ne hasretliğimiz…

Ömür meşakkatli bir yolculuk, her aşamasında güzel şeyler de oluyor, türlü acılara da maruz kalıyor insan. Geleceğe dair hayalleri, planları, umutları, olsa da geçmişe özlemi bitmiyor bir türlü... Kaybolan gençliğini, hızla geçen çocukluğunu, kıymetini bilemediklerini, aniden kaybettiklerini, çok sevip sahip olamadıklarını özlüyor insan… Çocuklarını özlüyor mesela, hep eski halleri, yumuk yumuk elleri, ilk kucağına alışları canlanıyor gözünde hasretle… İlk aşkının her hallerini, son aşkının dününü, öncesini, ilk hallerini özlüyor insan… Hastayken sağlıklı haline, yaşlıyken, yatalakken diri haline hasret insan…

İnsan kendini özlüyor, kendinden geçtiğinde…. “Bu ben değilim, ben olamam bu hallerdeki ben” dediği her halini özlüyor işte...

Hızla geçen zamana, avuçlarından kayıp giden ömrüne hayıflanıyor, ıskaladığı fırsatlara, yönetemediği imkânlara kahroluyor da, “an”ları özlüyor insan… 

Kendisine bahşedilen hayatı nasıl zayi ettiğine yanıyor, Rabbinin sınırsız nimetlerine şükürsüzlüğüne üzülüyor, eksik hallerine dertleniyor da, o masum, o günahsız sabiyi özlüyor…

Ağzının tadı mıydı değişen, yaşlı hücreleri mi algılamıyordu eskisi gibi yoksa… Hep annesinin yemeklerini özlüyor mesela, eskisi gibi değil kiraz, kavun kokmuyor eskisi gibi, ekmek yavan, baklava tatsız, çorba yağsız, hava bir tuhaf… 

Eskiyi özlüyor insan; müzik müzik değil, sanat sanat değil sanki, yüreğimi yakmıyor Muazzez Abacı gibi, gündelik bir nağme… Güfte anlamsız, beste notasız, söyleyen bir çapulcu… Orhan babayı özlüyor insan… 

Türkçeyi özlüyorum hadsiz hesapsız… Konuşmadan anlaşıyor yeni nesil, dağarcıkta elli kelime, onlar da yarım yamalak… İstirham ediyorum, anlatamıyorum, mustaribim, müteessirim, dinletemiyorum, teessüf ediyorum, tık yok; anlayanı özlüyorum…

Trabzon’u özlüyorum Trabzonspor’u, eskisini elbet… On bir ağızdan avaz avaz İstiklal marşı okuyuşlarını, yenilmezliklerini, ezilmezliklerini, dünyaya kafa tutuşlarını diyorum, Hami’nin füzelerini, Fatih’in kafa gollerini, Arafilboylu Takozu, Avni Aker’in sirayet eden ateşini özlüyorum… Şikesiz, şaibesiz futbolu, iddiasız, kayırmasız sporu özlüyorum, cihan şampiyonu Naim’leri, acı kuvvetleri, muhteşem teknikleriyle, Mahmut Demir’leri, Reşit’leri Hamza’ları özlüyorum…

Anadolu tipi aile özlüyorum, mahalle baskısını, sahiplenmesini, delikanlısını, karakterli gencini diyorum, eli maşalı anne, kaşı çatık otorite babaları özlüyorum… Sokakta çocuk, avluda tandır, kırda çoban, tarlada karga, sütte kaymak, derede balık, ormanda mantar, sahilde taka, yaylada nahır, balkonda çamaşır, saksıda begonya, bahçede gül, damda güvercin, kışta diz boyu kar, tertemiz gökyüzü, parlak yıldızlar, baharda yağmur, toprak kokusu, suda lezzet, külahta akide, bir kutu gofret, ibikli horoz, hayırlı komşu, sımsıkı bir dost, ahlaklı esnaf, imanlı imam(!), edepli bacı, namuslu dizi, okulda disiplin, trafikte saygı… Özlüyorum yahu, özlüyorum…

Hani salya sümük ağlatamıyor beni Oskarlık bir film,  İbrahim Tatlıses’in “Yalan”ı, Kadir’in “Selvi Boylum”u kadar… 

Eski ramazanları özlüyorum, sahurda ev makarnası, tereyağlı kete, bir tava kuymak, annem, babam, dedem, babaannem, altı kardeş maaile ve kaşık sesleri, gaz lambası ışığında… Teravihlerine hasretim çocukluğumun, kikir kikir arka safta… 

İlkokul çağlarımı özlüyorum, kokulu silgilerimi, renkli kalemlerimi, sıra arkadaşım Ömer’i, Muhammedi, Hasan öğretmenimi, kıyasıya taneffüs oyunlarımızı, çeyrek ekmeğe, bir dilim tahin helvası, üzerine sıkı bir gazozu, param varsa… Açlıklarımı özlüyorum, sefilliklerimi, eski pantolonumu, yırtık çoraplarımı….

Masum suratlı Yusuf aklımda, ter temiz muhayyile, berrak bir zihin, saf bir yürek, kendimi özlüyorum en çok ta… 

Yirminci yüz yıl bakiyesi kendim, memnun değil kendimden…