Önce kalem yaratıldı ve kalem kâinatın hikâyesini (kaderini) yazdı… Öyle bir yazılım, öyle bir program ki, zerreden kürreye her şeyin kurgusu var içinde. Muntazam sabitler, kusursuz bir matematik üzere yerleştirilmiş evren var ki, hiç biri diğerinden bağımsız olmayan maddeler serpiştirilmiş içerisine… 

Külli irade ile hareketleri planlanmış, sınırlı bir zaman için periyodik davranışlar belirlenmiş hepsine...  Bir kısmına, cüz-i iradesi ile seçme hakkı verildi ki, bu kalem bütün ihtimalleri yazdı… Kaderden kadere yollar açıldı… İşte “madde”, yani eşya, yani cisim, yani canlı- cansız, fiziki olarak görebildiğimiz, ya da varlığını hissettiğimiz ve hatta varlığından haberdar olamadığımız her şey...  

Bu tanım burada dursun şimdilik, biz fiziğe, kimyaya bakalım, maddeyi anlayalım önce… Fizik diyor ki, madde: uzayda, ya da boşlukta yer kaplayan, hacmi ve kütlesi olan her şeydir… Kimya diyor ki, atomlardan ve onların bir araya gelerek oluşturduğu moleküllerden meydana gelmiş şeydir madde…

Herkesin anlayabileceği bir şekle bürüyelim şimdi… Elimizde bir bardak var, parçalayalım bunu, iyice parçalayalım, toz olsun, zerre olsun, gidebileceğimiz en küçük parça “atom” olur… Atom, proton ve nötronlardan oluşan bir çekirdek ve çekirdeğin etrafında dolanan elektronlardan ibaret… Mahiyeti ve vazifesi henüz bilinmeyen atom altı parçacıklar var bir de, bu parçacıkların ve dahi elektronların tamamı enerji/titreşim/frekans/nur… Atom çekirdeği ile elektronlar arasında devasa bir boşluk (ya da esir), tıpkı uzayda gözlemlediğimiz âlem… 

Algılarımızla gördüğümüz madde, yani her şey ve biz, titreşen ışık (nur) zerrelerinden ibaretiz ve titreşimlerden oluşan bir frekans okyanusunda yüzüyoruz…

Şimdi, orası bir mikro âlem, bizim varlığımızla ne ilgisi var mı diyeceğiz, yoksa : “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. O halîmdir, bağışlayıcıdır”. (İsra 44) buyurduğu şekliyle anlamamakta ısrar mı edeceğiz?...

Seni, beni, tüm varlığı oluşturan temel parçacık, aynı parçacık… Bilgiyi taşıyan, depolayan, ileten ve kullanan bu zerreler, bu frekans/bu enerji ya da nur…

Özetle, her şey can taşıyor ve her şey titreşen ışık fotonlarından(nur) dan ibaret… “İnsanın cisim ve canı, âlemin bir nüshasıdır” (Erzurumlu İbrahim Hakkı hz) diyen mistiklerin, mutasavvıfların kadim söylemlerini idrak edemezken, kuantum fiziği yasaları, yaradılışın sırrını anlamamıza yardımcı oluyor çok şükür…

Kalem kaderi yazdı, her zerreye kâinatın bilgisini yükledi, sırrını bildirdi ve zerreler bir araya gelerek varlığı oluşturdu, her varlık kendisine yüklenen vazifeyi aldı, hikâyesini yaşadı/yaşıyor… 

İnsan, zikredilen milyonlarca âlemden sadece biri. Diğerlerine göre kıymetlendirilmiş, sorumluluk ve bilinç verilmiş kendisine, sistemin frekansından etkilenme/etkileme yetisiyle donatılmış bir varlık insan… İlk insan, (Âdem) böyle programlandı. Yeme, içme, üreme, gibi biyolojik faaliyetler yanında yüce Allah’ın esmasından (bir kaçı dışında) hepsinden numunelerle donatılarak yaratıldı… 

“(Allah) Âdem'e bütün isimleri öğretti.” (Bakara, 2/31) ayeti açıkça izah ediyor ki, evrenin tüm bilgisi, insana ve insanın her hücresine ta baştan yüklenmiş… Öyle ki, genetik bilimi, nörobilim artık bunu doğruluyor… Biz insan beynini keşfettikçe, genetiğin mucizelerine şahit oldukça, Kur’an da Allah’ın bizlere sık sık tembihlediği ”tezekkür et” in (hatırla) manasını daha iyi kavrıyoruz… Allah, ta başından bize öğrettiği, programımıza yazdırdığı evrenin bilgisini hatırlamamızı istiyor… Gerçeği, tek gerçeği yeniden bulmamızı istiyor… 

Allah var, başka da hiçbir şey yok…

….

Haftaya “frekans” a dalalım, o yüce frekans okyanusuna, bilgi deryasına nasıl varılır, nasıl akar bilgi, oluk oluk bunu anlatalım… Üçler, yediler, kırklar, evliyalar, zahidler, hak âşıkları ve hatta peygamberler nasıl ulaşmış bu bilgiye yöntemine bakalım… Ses üzerinde duralım bir de…

Hadi, bir hafta bu hususu tefekkür edelim…