Şeriat’ımızın hayatın dışına sürüklenmek istendiği yıllarda, erkeklerin sakallı olması ve kadınların yüzlerini peçe ile örtmeleri büyük bir İslam sembolü gibi görülmüş ve imha edilmeleri için savaşılmıştı.  Peçe yırttılar, sakal kazıdılar. O zamanların kültüründen etkilenmiş nesiller de erkeklerde sakalı, kadınlarda peçeyi İslam’ın adeta çağa yakışmayan iki simgesi gibi gördüler.

Sakal dini temsil etti. Dindar insan olmak için sakal arandı. Kadının peçe kullanması mükemmel dindarlığına işaret etti zihinlerde. Böyle değil de denemez. Sakal da dindendir peçe de.  Sakallı olmayı Peygamber aleyhisselam emretti. Peçe dinin emri olarak mümin kadınlar arasında ilgi gördü. Asırlar öyle geldi geçti. Sakal ve peçe bu yönüyle küçük görülemez.

Dindar erkeğe ve dindar kadına işaret etmektedir. Biz ise iki sorunun cevabını bulmak istiyoruz. Birinci sorumuz şudur: Sakal ve peçe erkekte ve
kadında dinin emirlerinin ne kadarıdır? Yüzde kaçıdır veya mümin insanın hayatının ne kadarıdır?

İkinci soru da şudur: Sakal erkekte, peçe de kadında yüze ait güzelliği şekillendiriyor ama karakteri güzelleştirebiliyor mu? Bu iki sorunun cevabı ile ortak bir soru önümüzde durur: Sakallı erkek, sakallı olmakla Müslüman
olmanın gereklerinden ne kadarını yerine getirmiş olur veya ondan Müslüman olduğu için beklenen insanî meziyetler, ibadetten muamelata kadar dinî vecibeler sakalla yerine gelmiş olur mu?

Tek başına sakal İslam’ın yerine kaim olur mu? İman ile bir arada duran ahlâk, gayret ve heyecan isteyen kulluk mücadelesi ne ile doldurulacak?
Aynı şekilde peçeli bir kadın, dinin ondan beklediği anneliği ve kadınlığı peçe ile telafi edebilecek mi?  Mümin kadın ahlâkındaki kalite, mümin toplumun nüvesi olma vasfı yerine gelmiş olur mu? Meselemizin sakal ve peçe meselesi olmadığı açıktır. Sakal ve peçe üzerinden şunu söylemek isteriz: Dinin bir emri ile dinin bütünü ikame edilmiş olmuyor. O emir, bir zamanların yegâne din simgesi olsa bile dinin bir emri, dinin bütünü değildir. Bütünü gibi değerlendirilmesi makul değildir.

Aynı şekilde dinin yasaklarından birini mesela alkolü kullanmadığı için bir insana mükemmellik verebilir miyiz? Alkol kullanmıyor olmak namaz açığını kapatabilir mi? Çalmıyor olmak zekât açığının yerine geçer mi? İyilik ve kötülük, iyiliğin ve kötülüğün bütünü ile ölçülmelidir. Herkesin kendi becerebildiğini bütün adına yeterli görmesi dini keyfe göre kullanma sonucuna götürür. Sakal ve peçe rahat anlaşılabilir iki örnektir. Allah’ın emir ve yasaklarının her biri kendi yerinde ağırdır. Biri diğerinin yerine kaim olmaz. Namaz ne kadar mükemmel eda edilirse edilsin, Kâbe’de eda edilmiş olsa bile orucun yerini alamaz. Oruç da namazın yerini alamaz.

Aksi takdirde zevklere ve kısır menfaatlere göre parçalanıp pazarlanmış bir din olur dinimiz. Maazallah zihinlerde böyle bir algı yerleşecek olsa, din marketten beğenip alınan meta gibi tüketilmeye başlanır. Bu da dini eritmekle sonuçlanır. Sakallı erkekler, Allah’ın emirlerinden sadece birini yerini getirdiklerini bilmelidirler. O emrin yeri ve ağırlığı ne olursa olsun dinin tamamının yerine konamaz. Peçeli hanımlar da kendilerinden istenenin sadece birini yerine getirmiştirler. Hâlâ onlardan ahlâk kalitesi beklenecektir. İbadet ciddiyeti istenecektir. İstikrar aranacaktır. Sebat ve sabır sahibi olup olmadıklarına bakılacaktır.

Cihat edip etmediklerine, aile düzenini İslamlaştırıp İslamlaştıramadıklarına bakılacaktır. Ne kadar değerli olursa olsun su, hayatın özü ve asıl olduğu hâlde hayat için tek başına yeterli olmadığı gibi dinin emirlerinden biri namaz bile olsa tek başına din değildir. Hayatı bir bütün olarak yaşadığımız gibi dini de parçalamadan bir bütün olarak almalıyız. Buna
din ilimlerini tahsil etmek de ilave edilebilir, Ramazan ayında i’tikâf yapmak da.

Önemi ne olursa olsun diğer önemlileri ezmesi yoktur işlerimizin.
İşte bunun için de sakallıların, sırf sakallı oldukları için kendilerini ahlâkta üstün, ibadetteyeterli görmeleri anlamsızdır. Peçeli kızlarımız, mümin kadın kıvamını yakalayamadıkça peçe ile yüzlerini kapatmış olabilirler ama ayıplarını ve eksiklerini kapatamazlar.


Bedenimizin bir organının bedenimizin tamamı olmadığı kadar açık bir gerçek de budur: Hac bile olsa söz konusu, hiçbir önemli diğer önemlilerin yerine geçmez. Bunun için de cihatta bıraktığımız boşluğu ne ile doldurabileceğimiz sorusu, bize sorulmadan önce sorgulayıp çözmemiz gereken problemlerimizden biri olarak önümüzde dursun.

NURETTİN YILDIZ