Siyonizmin başta Gazze ve Lübnan'da olmak üzere binlerce çocuğu katlettiği bir çağda sesi çıkmayan bir dünyanın içine doğmuş olmanın acısı ve öfkesiyle gırtlağımıza kadar doluyuz. Bu vesileyle şu an okumakta olduğum bir kitaptan alıntıyı sizlere sunmak istiyorum.

Muhammed Esed'in kaleme aldığı o meşhur eseri “Mekke'ye Giden Yol”da henüz İslam ile şereflenmemişken, yahudi bir gazeteci olarak görev yaptığı gençlik dönemlerinde Yahudi siyonist lider, politikacı ve İsrail'in ilk Devlet Başkanı Chaim Azriel Weizmann ile yaptığı bir tartışmadan bahseder. Onların yalanlarını nasılda yüzlerine vuruyor. Esed, kitabında o günü şöyle anlatır; 

Dr. Weizmann, "Ulusal Yurt" düşünü bulandıran parasal zorluklardan ve dışardaki insanların bu düşe gösterdikleri ilginin yetersizliğinden yakınıyordu; üzülerek gördüm ki, diğer pek çok siyonist gibi o da Filistin'de olup biten her şeyin sorumluluğunu "dış dünya”ya yüklemek eğilimindeydi. Bu durum beni, orada bulunan öteki insanların onu dinlerken gömüldükleri saygılı sessizliği bozarak, "Peki, ya Arablar ne olacak?" diye sormak zorunda bıraktı. Tartışmasız sürüp giden konuşmayı bu çatlak nağmeyle yaralayarak büyük bir "gaf" yapmış olmalıydım ki, Dr. Weizmann yavaşça bana doğru döndü; elindeki fincanı sehpaya bırakarak şaşkınlıkla soruyu tekrarladı:

"Arablar ne mi olacak?.."

"Tabii her şeye rağmen bu ülkede yine de çoğunluk durumunda olan Arablar değil mi? -Onların açık ve kesin muhalefeti karşısında Filistin'i kendi vatanınız haline getirmeyi nasıl umabilirsiniz?"

Siyonist lider omuz silkerek, kuru ve alaycı bir tavırla: "Birkaç yıl kadar, umuyoruz ki, çoğunluk filan kalmayacak onlar için."

"Olabilir belki. Yıllardır bu sorunla uğraştığınıza göre durumu benden daha iyi biliyor olmalısınız. Hadi diyelim ki, Arab mukavemetinin yolunuza koyduğu engeller aşılabilir türden engeller; peki ya sorunun ahlâkî yanı? Bu sizi hiç kaygılandırmıyor mu? Öteden beri bu ülkede yaşayan insanları yerlerinden etmenin, sizin adınıza büyük bir haksızlık olacağını hiç düşünmüyor musunuz?"

"Fakat burası bizim memleketimiz," diye cevap verdi Dr. Weizmann, kaşlarını kaldırarak, "biz sadece elimizden haksızca alınan bir şeyi geri almaya çalışıyoruz, hepsi bu."

"Ama neredeyse iki bin yıldır Filistin'den uzakta yaşıyorsunuz! Üstelik iki bin yıl önce, bu ülkede hükmettiğiniz günleri toplasan -ki bunun da bütün Filistin'i kapsadığı su götürür- beş yüz yılı bile bulmaz. Bu duruma bakılırsa, Arabların da İspanya üzerinde pekâlâ hak iddia edebileceklerini düşünmek gerekir. Çünkü ne de olsa onlar İspanya'da sizden daha fazla kaldılar; neredeyse yedi yüzyıl... ve daha da önemlisi, onlar o ülkeyi kaybedeli pek fazla zaman da geçmedi, topu topu beş yüz yıl..."

Dr. Weizmann, gizleyemediği bir sabırsızlıkla: "Saçma, saçma! Arablar İspanya'yı ancak fetih yoluyla ele geçirmişlerdi; İspanya hiçbir zaman onların ana vatanı olmadı; bunun için de, eninde sonunda bir gün İspanyollar tarafından kovulmaları mukadderdi."

"Bağışlayın ama," dedim, "bana öyle geliyor ki, burada büyük bir tarihî gerçek gözden kaçırılıyor. Öyle ya! Unutmayalım, İbranîler de Filistin'e fatihler olarak girdiler. Onlardan önce, Semitik, nonSemitik, pek çok başka yerleşik kabileler vardı burada -Amoritler, Edomitler, Ferisiler, Moabitler, Hititler ve daha başkaları. Bütün bu kabileler, İsrail ve Yahudi krallıkları zamanında bile bu ülkede yaşamaya devam ettiler. Romalılar bizim Yahudi cedlerimizi buralardan sürüp çıkardıkları zaman bile, onlar bu ülkede kaldılar. Bugün de işte yine burada yaşıyorlar. Yedinci yüzyılda Arab fetihlerini izleyerek Suriye ve Filistin'e gelip yerleşen Arablar her zaman nüfusun küçük bir azınlığını oluşturuyorlardı; bugün bizim Suriyeli ve Filistinli 'Arablar' olarak tanıdığımız halk, aslında bu ülkenin Arablaşmış eski sakinlerinden başka kimseler değil. Onlardan bir kısmı zaman içinde Müslüman oldu, bir kısmı da Hıristiyan olarak kaldı; Müslüman olanlar, ister istemez Arabistan'dan gelen dindaşlarıyla evlendiler. Fakat, Filistin'de yaşayan ve Müslüman olsun, Hıristiyan olsun Arapça konuşan bu halk yığınlarının ülkenin gerçek sahiplerinin soyundan, yani daha İbranîler Filistin'e gelmeden önce yüzyıllardır bu ülkede yaşayan kadîm halkların soyundan geldiklerini inkâr edebilir misiniz?"

Dr. Weizmann, benim bu beklenmedik çıkışma karşılık nezaketle gülümsedi ve konuyu değiştirdi.

İşte biz müslümanların en büyük sorunu geçmişini çok iyi bilmemek, tarihe yabancılaşmak. Eğer Esed kadar konuya hakim olsak, kendimizi ifade edebilsek ve dünyanın geri kalanına haklılığımızı böyle ispatlayabilsek hiç bu siyonistler bu kadar rahat hareket edebilirler mi? Onlar kendi yalanlarını yüksek sesle dillendirirken biz kendi doğrularımızı fısıltıyla bile olsa söylemekten aciziz... Zamanımızda artık en büyük maddi güç bilgidir. Bir müslümanın en büyük vazifelerinin başında okumak ve bilgilenmek gelir. Kahvehane köşelerinde ve tv başında pinekleyerek ömür törpülemekle çok büyük bir vebal altına giriyoruz. Okumalıyız, hakikati haykırmalıyız ve sürekli yazmalıyız.