Modern çağın en güçlü tutkularından biri olan şöhret, kimi zaman bir nimete benzetilse de, aslında kalpleri bozan, niyetleri bulanıklaştıran gizli bir afettir. Özellikle tasavvuf yolunda yürüyenler için şöhret, bir durak değil, geçilmesi gereken bir imtihandır.
Görünmek ile Bilinmek Arasında
Eskiden insanlar bilinmek için değil, doğru yaşamak için çabalardı. Bugünse sosyal medya sayesinde görünürlük, bir değer ölçüsüne dönüşmüş durumda. Bir ekranın arkasından tanınmak, takip edilmek, konuşulmak… Bunlar her ne kadar cazip görünse de, insanı hakikatten uzaklaştıran bir sis perdesidir çoğu zaman.
Tasavvuf Geleneğinde Şöhret
Tasavvuf büyükleri şöhretten daima sakınmışlardır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, “Ben görünmekten Allah’a sığınırım,” derken, Abdülkâdir Geylânî Hazretleri, “İnsanların seni övmesinden kork, çünkü nefsin bundan haz alır,” diye uyarmıştır.
Çünkü şöhret, kalpteki ihlası zedeler. Niyetler, Allah için değil, insanlar için yapılmaya başlandığında; yapılan ibadet bile riyaya dönüşebilir.
Gizlilikteki Hikmet
Hak dostları, amellerinin görünmesinden değil, kabulünden endişe etmişlerdir. Bir söz vardır: “Amelin gizli olsun ki ihlasın artısın.” Gerçek erdem, bilinmeden yapabilmektir. Şöhret ise bu mahviyeti bozar; kişinin kendi iç dünyasını gözden kaçırmasına sebep olur.
Sonuç: Alkışların Gölgesinde Kaybolmamak
Şöhret, ehline verilirse imtihandır; ehil olmayana verilirse afettir. Asıl yücelik, insanlar tarafından alkışlanmakta değil; Allah katında değer kazanmaktadır. Çünkü kalabalıkların takdiri gelip geçicidir; ama ihlasla yapılan bir iş, ebedî bir iz bırakır.
Unutmayalım: Görünmek değil, bilinmek değerlidir. Halkın değil, Hakk’ın nazarında kıymetli olmak gerçek yüceliktir.