Sağcılık ve solculuk, Fransız Devrimi'nden sonra siyasi bir terim olarak kullanılmaya başlandı. Devrim döneminde, mecliste kralı ve eski düzeni savunanlar sağ tarafta oturuyordu. Devrimi ve reformları savunanlar ise sol tarafta. Bu ayrım zamanla daha geniş anlamlar kazandı. Sağ genellikle geleneksel, muhafazakâr ya da piyasa ekonomisini savunan görüşleri ifade ederken; sol, daha eşitlikçi, ilerici ya da devlet müdahalesini savunan yaklaşımları temsil ediyor.
İdris Küçükömer'in "Türkiye'de sağ soldur, sol sağdır" söylemi, Türkiye'nin siyasi ve toplumsal yapısının klasik sağ-sol ayrımından farklı olduğunu öne sürer. Küçükömer'e göre, Batı'daki sol hareketler genellikle ezilen sınıfların haklarını savunurken, Türkiye'de sağ ve muhafazakâr kesimler daha çok halkın ve ezilen kesimlerin yanında yer almış; sol ise daha elitist bir yapı göstermiştir. Bu yüzden klasik anlamda sağ-sol tanımı Türkiye'ye tam oturmaz der. Bu bakış açısı, Türkiye'nin kendine özgü toplumsal ve siyasi dinamiklerini vurguluyor.
Küçükömer'in değerlendirmesi, Türkiye'nin toplumsal ve siyasi tarihine farklı bir perspektiften bakma imkânı sağlıyor. Türkiye'nin dinamikleri, Batı'daki klasik sağ-sol ayrımına tam olarak uymayabiliyor. Örneğin tarihsel ve kültürel bağlamlar, sınıfsal yapılar ve siyasi hareketlerin geçmişi bu anlamda belirleyici oluyor.
İdris Küçükömer’in "Türkiye’de sağ soldur, sol sağdır" yaklaşımına benzer şekilde, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal dinamiklerinin Batı’daki klasik sağ-sol ayrımına tam uymadığını savunan başka düşünürler de olmuştur. İşte bazıları:
Şerif Mardin
Mardin, Osmanlı’dan günümüze Türkiye’deki toplumsal yapıyı analiz ederken "merkez-çevre" kuramını ortaya atmıştır. Bu kurama göre, Türkiye’de siyasi mücadele aslında sağ-sol ekseninde değil, merkezdeki elitler ile çevredeki halk kitleleri arasında yaşanmıştır.
Merkez: Batılılaşmış bürokratlar, askerî ve ekonomik elitler
Çevre: Dindar, muhafazakâr, kırsal kesim ve halk tabakaları
Mardin’e göre, Türkiye’de modernleşme süreci merkez tarafından yukarıdan aşağıya doğru empoze edilmiştir. Bu yüzden halk ile elitler arasında bir kopukluk yaşanmış, bu da siyasi tartışmalarda farklı bir sağ-sol algısına yol açmıştır.
Baykan Sezer
Sezer, Türkiye’nin Batı’dan farklı bir gelişim sürecine sahip olduğunu ve klasik Batılı sosyoloji kuramlarının Türkiye’ye doğrudan uygulanamayacağını savunmuştur. Türkiye’de sağ ve solun Batı’dakine kıyasla farklı işlediğini, çünkü Batı’daki gibi güçlü bir burjuvazi ya da işçi sınıfı çatışmasının olmadığını belirtmiştir. O da Küçükömer gibi, Türkiye’de sağın aslında halkın, solun ise elitist bir yapının temsilcisi olduğunu ileri sürmüştür.
Doğan Avcıoğlu
Küçükömer’in tam zıttı bir perspektiften bakmasına rağmen, Avcıoğlu da Türkiye’deki siyasi eksenin farklı olduğuna dikkat çekmiştir. "Türkiye’nin Düzeni" adlı kitabında, Türkiye’nin gelişmesi için halkın değil, bürokrasinin ve ordunun öncülüğünde bir kalkınma modelinin gerektiğini savunmuştur. O da sağ ve solun Türkiye’ye özgü şekillendiğini ancak Türkiye’nin ilerlemesi için devletçi bir modelin daha uygun olacağını düşünmüştür.
Kemal Tahir
Bir romancı olarak siyasi analizleri doğrudan bir teoriye dönüşmese de, Kemal Tahir de Küçükömer’e benzer şekilde Osmanlı’dan gelen toplumsal yapının Batı’dan farklı olduğunu savunur. Ona göre, Batı’daki sınıf çatışmaları Türkiye’de tam anlamıyla yaşanmadığı için, Türkiye’nin kendi tarihsel koşullarına uygun bir kalkınma ve siyasi model geliştirmesi gerekir.
Bu düşünürlerin ortak noktası, Türkiye’nin Batı’daki sağ-sol ayrımına tam uymadığını ve toplumsal mücadelelerin farklı dinamiklere sahip olduğunu vurgulamalarıdır. Kimisi merkez-çevre ilişkisine (Mardin), kimisi devletçi kalkınma modeline (Avcıoğlu), kimisi de sağ-sol ayrımının tersliğine (Küçükömer) odaklanarak Türkiye’de siyaseti farklı okumaya çalışmıştır.