Mehmet Şah MARAHAN yazdı
Öğrenme, ailede başlayan ve hayat boyunca devam eden uzun bir süreçtir. Bu süreçte doğal olarak rol alanların “bilinçli” olmaları ve sorumluluk duygusu ile davranmaları hayati önem arz ettiği aşikârdır.
Bu bağlamda özellikle evde anne-baba, okulda öğretmeni tarafından ‘‘Sakın ha hata yapma’’ şeklinde baskı altında tutularak yetiştirilen çocukların, sağlıklı gelişim göstermeleri ve kendilerini keşfedip yetenekleri ile buluşmaları zinhar mümkün değildir. Hele yaptığı her hata için "Seni gerizekalı" diye azarlanan bir çocuk, yeteneklerini fark etmeyeceği gibi kişisel gelişimi de büyük bir hasar alır.
Çünkü bu problemli yaklaşım tarzının özünde çocukları “sınırlandırmak,” “Kalıba sokma” ve "Başarılı olma zeminini" yok etme var. İşte özellikle öğrenme evresinde olan çocukların, öğrenmelerini "bloke" eden en büyük sorun, "Sakın ha hata yapma" mantalitesi ile çocukların zihninde psikolojik bariyerlerin ve kaygıların oluşturulmasıdır.
Oysa nice insanların "Üstün başarı" göstermeleri mümkün iken, ama "Sakın ha hata yapma" kaygısıyla "blokelendirildikleri" için hep yerlerinde saymışlardır.
Diğer bir ifâde ile önüne endişe ve korku duvarları örülen dolayısıyla “Hata yapma" olanağı verilmeyen çocukların, yeteneklerini keşfetmeleri ve sergilemeleri mümkün değildir.
Hele sürekli ikaz, tenkit ve tahkir edilen ve hiç hata yapma şansı tanınılmayan çocukların, öz yeteneklerini keşfetmelerini beklemek, irrasyonel ve paradoksal bir durumdur.
Böylesi “kıskaca” alınan çocuklar, maalesef başarılı olamayacakları gibi mutsuz, çekinken, sakar ve özgüveni gelişmeyen "Silik bireyler" olarak yetişirler.
Dahası çocukluk evresinde sıklıkla hegemonik bir dil ile "Aman dokunma, aman karışma, bir daha kurcalama" tarzında uyarılara maruz kalan çocukların kendilerini gerçekleştirmeleri mümkün değildir.
Sürekli tenkit, tehdit edilen ve şiddet gören çocuklar, yeteneklerini geliştirme fırsatı tanınılmadığı için, düşünme ve üretme yetilerini de tamamıyla yitirmeleri kaçınılmazdır. Daha da korkunç olan, bilinçaltına yerleşen bu korku, patolojik bir hal alarak çocukları pasif, cesaretsiz ve mutsuz yapar.
İşte böylesi bir tutum ve yaklaşım, aslında çocukları ‘‘sevgisiz’’ yetiştirmenin farklı bir boyutudur.
Dolayısıyla çocukluk evresinde ve özellikle öğrenme çağındaki çocuklara, öğretici-eğitici konumunda olan anne-baba ve öğretmenler, herhangi bir bilgiyi ve beceriyi öğretme sırasında kişinin hata yapma hakkını özgürce kullanmasına fırsat tanımalıdırlar.
Aksi takdirde çocuklar, "Ya hata yapıp azarlanırsam" kaygısı ile etkili, kalıcı ve özgün bir öğrenme gerçekleştiremezler. Hatta belki bu sorunlu yaklaşımdan ötürü, hiçbir zaman kendilerinde mevcut olan potansiyellerine kavuşamayacaklardır.
İnsanların, özellikle çocukların bu psikolojik bariyerleri aşıp başarılı olmaları için hata yapma haklarını kullanmaları sağlanınılması ziyadesiyle önem arz etmektedir.
Hem her insan, hata yapma hakkını kullandığı ölçüde gelişir. Yazarken, çizerken, konuşurken, oynarken, üretirken... ve birçok şeyde hata yapılarak gelişilir.
Esasında “hata,” bir anlamda da risk alabilmektir. Sıfır riskle yetiştirilen çocukların, gurur duyacakları hiçbir eseri ve başarısı olamaz.
Dolayısıyla anne-baba ve öğretmenler, çocuklara hata yapma haklarının olduğunu her durumda telkin ederek, özgürce düşünmelerini sağlamalıdırlar. Dahası hata yapma haklarının olduğunu hissettirerek çocukları daha ileriye ve en nihayetinde başarıya ulaştırmaları mümkündür.
‘‘Kusursuzluğu değil, başarıyı hedefleyin. Hata yapma hakkınızdan hiçbir zaman vazgeçmeyin. Yoksa yeni şeyler öğrenme ve hayatta daha ileri gitme yeteneğinizi kaybedersiniz.’’ diyor, Dr.David Burns.
Esasında bu durum, bir yönü ile de her koşulda "Mükemmel olunmalı düşüncesinin" dayattığı bir korkudur. Bu korku, ya yapamasam, ya başaramasam ve en nihayetinde ya rezil olursam korkusudur.
Yani her hangi bir hata yapmam durumunda “Mükemmel olmadığım” anlaşılacak korkusudur. İşte bu durumu yaşayan yetişkinlere, çocukluk evresinde “Hata yapma hakkı” tanınılmadığı için hata yapmanın "affedilmez" olduğu algısı ile hep davranırlar.
Böylesi korkuların esiri olanlar, diğer bir ifade ile kaygılarını yenemeyenler; girişken ve üretken olamazlar. Dolayısıyla mutlu da olamazlar.
Nitekim dünyada bütün keşfedilen, icat edilen, üretilen her şey “deneme” ve “yanılma” yöntemiyle ortaya çıkmıştır. Bugün övgüyle söz ettiğimiz ve hayran kaldığımız bütün teknolojik cihazlar ve gelişmeler de deneme ve yanılma yoluyla icat edilmiştir.
Zira mucitleri, mucit yapan ve özgün kılan da, onların sonsuz hata yapma haklarını kullanmalarında “ısrarcı” olmalarıdır. Dolayısıyla hata yapma hakkını sonsuz kullananlar ve risk alanlar; kendileriyle oldukça barışık ve özgüvenleri tam olarak gelişmiş, kendi çevrelerinde ve hatta dünyada ün yapmış gözde, seçkin ve başarılı insanlardır.
Esasında şu yapılan tespit, her şeyi ziyadesiyle izah etmektedir. “Bugün bilimsel, teknolojik ya da sosyal alanda dünyanın tanınmış isimleri arasına giren birçok mucit ve kahraman ne "mükemmel" ne de "hatasız" insanlardı. Örneğin Edison 999 denemeden sonra 1000. denemesinde ampulü bulmuştur. İlk 999 başarısız denemenin ya da başka bir ifade ile "hatanın" aslında kendisini sonuca götüren öğrenmeler olduğunu söylemişti…”
Dolayısıyla anne-baba ve öğretmenler, çocuklarını/öğrencilerini "Ya hata yapıp azar işitirsem ya da rezil olursam" korkusundan arındırılıp öğrenmede en büyük hakları olan "Hata yapma haklarını" özgürce kullanmalarını sağlamalıdırlar.
Ayrıca anne-baba ve öğretmenlerin, her bir çocuğun farklı bir dünya, farklı bir iklim, farklı bir yetenek dolaysıyla her birinin farklı bir cevher olduklarının hassasiyeti ile yaklaşım gösterip eğitmelidirler. Aksi takdirde "Ya hata yaparsam" korkusu ile yetiştirilen her çocuk, keşfedilmeyen yeteneği ile heba olup gidecektir.
Eğitimci-Sosyolog
Mehmet Şah MARAHAN
@msahmarhan