seni tanıdım tanıyalı rengarenk ikliminden bana sürekli gönül tadında güller uzattın
bir saz kuşu olarak gezinen hayaletleri bırakarak
uzattığın güllere itirazsız ram oldum
ölürcesine, dirilircesine
beyaz ve mor zambakları savurarak
bütün renkleri sende yaşadım
tertemiz bir eşiğin ardında
aşk yazan ellerini tutmak
aşkı anlatan bakışlarına dokunmak iştiyakıyla
içimde sıralanan yedigölleri
bana kendini kendimde yaşattığın çağlayanına tuttum
kendi kendine anlattığın seni
ve sen kokan her şeyi bana doldurdun
senin ikliminde
ne zakkumların arasından girdiğim bir şehir gördüm
ne sonbahar yapraklarıyla kaybolan aşk şiirleri okudum
hüzünle umut arasında bir ikircilik yaşamadan
bana umut görünen sana yaslandım zira
aşkın kıyılarında boğulan bir heves düşkünü olmadın
aşkın kendisi oldun sen
bana uzun süren bu yolculukta
pazarlıksız sevmeyi
aşkı alışverişe dönüştürmemeyi öğrettin
her şeyin yolculuğunun olduğu
herkesin yolcu olduğu bu dünyada
aşk kokulu yoldaşım sen oldun
bebeklerinde sevda kaynayan gözlerini
cidarında hiçbir kaçağın olmadığı
kalbimin süveydasına yerleştirdin
bana beni yaşa dedin beklentiye düşmeden
orada artık sevgili olarak sadece sen varsın
şimdi fenersiz dolaşıyorum güzelliğinin okyanusunda çünkü…
aydınlık yüzünde bir çift gece feneridir gözlerin
aydası ayak ucuna değil kalbime düşerken
inan ki aşkının dört rengi için mevsim yeni başlıyor
ıhlamurların, söğütlerin ve bakır renkli akşamların
avuçlarına düşen hülyalarımda sen varken
ruhun bana yepyeni bir aşkı hediye ederken
ben hep yeniden yaşadıkça seni
sen kendinde hep yeni bir ayna bulacaksın
her vakit candan öteme sefer ederken
güller arasından bir şehre gireceksin
bütün güllerin sana açıldığını
ve her adımda sadece kendini göreceksin
o kadar senim ki
her hasret yeni bir vuslata
her akşam yeni bir sabaha gebeyken
sana çağlayan sevdamı
içinde kabaran ummanları
sana tuttuğum aynayı
ve kendini
kendinle konuşurken bulacaksın