Ahmet Taşgetiren'in köşe yazısı
Partilerin derinleşen bünye zaafına rağmen, madde madde gerçekleşen Anayasa değişikliği, bir yandan Meclis'in manevi şahsiyetinin ürünü ise, diğer yandan da toplumun özgürlükler, demokrasi ve hukuk devleti talebinin yoğunlaşmış olmasının verimidir. Yoksa şu andaki gardı düşmüş partiler yapısı içinden bu değişiklik paketinin çıkması mümkün olmazdı.
Partilerin yapısı gerçekten derin bir sarsıntı geçiriyor. TBMM'de zaten, geçmiş dönemden gelen "partilerini aşmış" bir "Diyalog Grubu" mevcuttu. Şimdi gene "partilerini aşmış" milletvekillerinden olmak üzere bir de "Deklarasyon Grubu" oluşmak üzere. ANAP'lı Işın Çelebi'nin sözcülüğünü yaptığı grup, henüz netleşmese de 80 kişilik bir sancılı parlamanteri kapsadığı belirtiliyor. Ve hiç şüphesiz yönetimlerden bağımsız, hatta yönetimlere tepki olarak oluşan bu "Deklarasyon Grubu", partilerin bünyesinde ortaya çıkaracağı sonuçlar açısından "Diyalog Grubu"na nazaran çok daha farklı siyasal mesaj yüklü olacak.
Sancılı parlamenterlerde yoğunluğun ANAP'ta olması kongreden bu yana bu partinin henüz durulmadığının da işareti. İstifalar var, istifalar geliyor. Belki kimileri de "deklarasyon eylemi" sebebiyle topun ağzına konacak. Birileri belki Mesut Yılmaz'a "Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi / Gitgide zulmetmeye elde ahali kalmıyor" beytini hatırlatmak zorunda kalacak. Mesut Yılmaz'ın bu kadar yıpranmışlıkla nasıl geleceğe yürüyeceği gerçekten kuşkulu...
DSP sancılı parlamenter sayısında ANAP'tan geri kalır değil. Denebilir ki bu partinin milletvekilleri, Ecevit'in genel başkanlığına tahammül konusunda kendilerini bir hayli zorlamak durumundalar. Bilmem onlar, Yılmaz Erdoğan'ın Ecevit taklitlerini izleseler, Berna Hanım'dan daha az kahkaha mı atarlardı ve bu kahkahalardan sonra içlerinde derin bir eziklik duymazlar mıydı? Bu partinin kıyameti, Ecevit'ten sonra mı başlayacak, yoksa Ecevit henüz baştayken mi? Sema Pişkinsüt'ün istifası, belki de en duyarlı, belki en hesapsız halkanın kopması anlamına geliyor. Rıdvan Budak, sendikacılıktan geliyor, dolayısıyla "mücadeleci ve hesapçı" olması tabiî. Uluç Gürkan'ın geçmişinde de mücadelecilik ve strateji bilgisi var. DSP'nin yarını Afganistan'dan beter bir iç mücadeleye tanık olacak, bu gayet açık.
Ya MHP? Anadolu'nun nabzını dinleyenler, MHP'de nasıl bir iç sancının yaşandığını görürler.Bunlar iktidar partileri...Ve yapılan kamuoyu yoklamaları, bunları mutlak barajın altında (ANAP ve DSP) ve barajın kıyısında (MHP) gösteriyor. MHP'nin yüzde 18'inin yerinde yeller estiği de açık, ANAP ve DSP'nin şayet oy barajı düşürülürse, yüzde 5'lik barajı yakalamakta bile zorlanacakları da...
AKP'nin oy oranı yüzde 19-23 civarında gözüküyor, DYP ve CHP'nin oy oranları yüzde 11-12 civarında...Henüz herhangi bir partiye, ortalığı silip süperecek gürül gürül bir seçmen yönelişinden eser yok.Belli ki, seçimlere kadar siyasette daha pek çok çalkantıya tanık olacağız. İstifalar olacak iktidardaki üç partiden. Parti içi mücadeleler olacak. Ve muhtemel ki en az birkaç tane yeni parti oluşumuna şahid olacağız. Ne de olsa mevsimi geldi.
Siyasetin yeniden oluşumunda ortaya çıkan ilginç bir izlenimi yansıtacağım burada. Anadolu'dan aldığım bilgilere göre, CHP'lilerde son zamanlarda yoğun bir cami ilgisi başlamış durumda. Camilerin devamlı cemaati, ön saflarda, CHP'li olarak bilinen ve o güne kadar camilere çok da ilgi göstermeyen kişilerden en az birkaç kişiyi görmekten büyük memnuniyet duyduklarını ifade ettiler bana. Ben de "Türkiye siyasetinin cilvesine bakın, dedim kendi kendime, kimilerini dindar görünmemek için zorlar, kimilerini de dindar görünmeye..." CHP, muhtemel ki, oy oranının yükselişi ile Baykal'ın "Şeyh Edebali"den yola çıkıp, "Anadolu Solu"na, oradan da camilere uğrayan yolu arasında önemli paralellik bulunduğunu düşünüyordur. Bu bilgilerden sonra sizin de aklınıza, "dindar görünmeme" çabasında olanlarla "dindar görünme" çabasında olanların kişilik olarak birbirine yaklaşacakları ve yarın, seçimden sonra bir koalisyon iktidarı kuracakları ihtimali gelir mi?
2001 YILINDA Türkiye siyaseti bu. Belki de hakim sistemin gücü... İnsanları ve partileri nasıl çalkalayacağı belli olmuyor.Seçimlerden sonra, bambaşka bir siyasal manzara ile karşılaşacağımız kesin. Seçimlere kadar yaşayacağımız süre (bir yıl mı acaba, daha mı az?) toplum olarak oynayacağımız bir "En Zayıf Halka" yarışması niteliğinde olacak? Türkiye gerçekleri hep önümüze "Kim gitsin?" sorusunu koyacak ve millet iradesi "en zayıf halka"yı tasfiye edecek. Size göre kim gitsin?