Ahmet Taşgetiren'in köşe yazısı
Bir grup gençle eğitim üzerine sohbet ediyorduk. Onlara şunu sordum: -21 Yaşında Osmanlı devletinin yönetimine geçen ve Bizans'ı fetheden bir Fatih modeli var. Siz Fatih'i gerçek bir kişilik olarak alıyor ve İstanbul'un Fethi'nde onun belirleyici olduğuna inanıyor musunuz? Bugünden baktığınızda 21 yaşında bir genç böyle bir sorumluluğu üstlenir gözüküyor mu? Yoksa Osmanlı devlet kadrosu işi kotardı da isim hakkı Fatih'e mi kaldı? Siz kendinizi böyle bir sorumluluğa hazır hissediyor musunuz? Daha farklı bir eğitim alsaydınız, sizin üzerinizde daha farklı bir eğitim yoğunlaşması olsaydı 21 yaşında böyle bir sorumluluk üstlenecek hale gelebilir miydiniz?
Çeşitli görüşler çıktı ortaya. Ben onlara, Fatih'in gerçek bir kişilik olduğunu, onun 21 yaşında böyle tarihî bir misyonu ifa edecek kıvama geldiğini, eğitiminin böyle yoğunlaşmış bir eğitim olduğunu, bugün de böyle yoğunlaşmış eğitimlerle, çocuklarımız içinden o kıvamda insanlar çıkabileceğini anlattım.
İz Yayıcılık'ın yayınladığı "Osmanlı Ansiklopedisi" Fatih'in Arapça, Farsça, Yunanca, Latince, Slavca, İbranice'yi bildiğini, Uygur harflerini ve lehçesini öğrendiğini yazıyor. Samiha Ayverdi'nin "Edebi ve Manevi Dünyası İçinde FATİH" isimli eserinde The Turkish Empire isimli eserden naklen, "şehzadelerin eğitimlerinin 5 yaşında başladığını, ilk derslerinde yüksek devlet ricalinin hazır bulunduğunu" bildiriyor. Yani Fatih, eğitimine yoğunlaşılmış bir insandır. Ve sonuç olarak eğitimine yoğunlaşılmış insanlar içinden, 21 yaşında Fatihler çıkarmak mümkündür. Bir keresinde eski Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay, Mimar Sinan'la kendisini kıyaslarken, "O toplum Mimar Sinanlar çıkarıyordu, biz ise Dalokay'ı çıkarabiliyoruz" demişti kendi hesabına hayıflanarak.
Eğitim bir yoğunlaşma, birim insanı önemseme, onu bir "emanet olarak telakki etme", ondaki potansiyelleri en olumlu kıvama eriştirme işi. Ve biz, Osmanlı'nın bir döneminden itibaren bu alanda ciddi sorunlar yaşıyoruz. "Kaht-ı Rical- Adam kıtlığı" kavramı bu dönemde lügatimize girmiş, galiba hâlâ da çıkmamış.
Osmanlı'nın son döneminde bu yoldaki arayışlar çerçevesinde Avrupa'ya gönderdiğimiz gençler, Jön Türkler'den başlayarak tersine bir "Devşirme Sistemi" haline gelmiş. Bu tersine devşirme sisteminin bir başka boyutu, gene Osmanlı'nın son döneminden başlayarak ülkeyi bir ağ gibi saran Amerikan Kolejleri vasıtasıyla devreye sokulmuş. Bugün toprağımız gibi insan potansiyelimiz de, birim alanda çok az verim üretiyor.
Son ÖSS sınavında 9 bin 319 kişi sıfır puan almış. 6 bin 22 lise birincisinden 458'i baraj puanı olan 105'e ulaşamamış. Sınava katılan 1 milyon 418 bin 914 adaydan 651 bin 733'ü yani sadece yüzde 45.9'u dört yıllık üniversitelere katılma şartı olan 120 puana ulaşabilmiş. Bunlardan üniversitelere girebilenler sınırlı, onların içinden kaliteli bir üniversiteye girebilenler daha da sınırlı... Yani milyonlarca genç büyütüp, derinlemesine eğitim veremeyen bir ülkeyiz.
Bunun içinden, 21 yaşında, Fatih ölçeğinde sorumluluk üstlenecek insan yetiştirmek mümkün mü? Her insana bir ömür bahşedilmiştir. Bu süre brüt yaşanabilir, net yaşanabilir. Allah insandan, netleri çoğaltmasını ister. Bunun için, kalbe ve dimağa emek vermek gerekiyor. Eğitim bu demek. Kim çok emek verirse onun neti yükseliyor.
Bir düşünür, "Hakim milletlerle mahkûm milletler arasındaki fark, terazide bir dirhem farkıdır, der, o dirhem yetişmiş, lider kıvamında yoğrulmuş insandır." Eğitim basamaklarını, çocuklarımızı ıskartaya çıkartan bir düzen olmaktan kurtarıp, kalblerinde ve dimağlarında yoğunlaşmanın, olabilecek en üst noktaya ulaştığı bir sürece dönüştürmektir yapılması gereken. Bunun için öncelikle aşk lâzım. Diğer bir ifadeyle misyon duyarlılığı lâzım. Diğer bir ifadeyle, Allah'a, insanlığa ve ülkeye karşı sorumluluk duygusu lâzım.
Her çocuğun içinde 21 yaşında devlet sorumluluğu verilecek bir Fatih yumağı bulunduğu ön kabulüyle yola çıkmak lâzım. "Bizden adam çıkmaz" ön yargısıyla değil. Sonra o Fatih yumağını yoğurmak lâzım kıvamına ulaşıncaya kadar. Çocukların yüreğini büyütmek lâzım. Çocuklarda netlik azlığını, öncelikle onların kapasitesizliğine değil, ana-baba başta olmak üzere yukardan aşağı bütün kademelerdeki eğitimcilerin liyakatsizliğine bağlamak lâzım. 5 Yaşında devlet yönetme ufkuna yöneltilen bir çocuktan Fatih çıkar, yığın statüsünde değerlendirilen çocuklardan ise ileri yaşlarda birikimsiz, vasıfsızlar yığınlar çıkar.
Türkiye geleceğini inşa etmek için çocukları üzerinde yoğunlaşmak zorundadır. Bir yeni eğitim yılının başında, "sıralara dizdiğimiz her çocukta ne görüyoruz?" Bu soruyu bugün bir kere daha sormalıyız.