(9.Ağustos.2024 Cuma Sabahı… Gazze’de bir yer.) (Bizim için sıradan bir gün!)

    Hani Salih Hammad (57) bombalarla yıkılan binalardan birinin altındaki yaşam alanı denilecek bir yeri, çevreden topladığı kütüklerle desteklemiş ve çevresini bulduğu çaput, naylon ne varsa, ailesinden kalanlar için bir yaşam alanına çevirmiş ve çevreden görünmesin diye olabildiğince gizlemişti. Burada yaşamaya karar vermişlerdi. İsrail sürekli yerlerini değiştirmelerini istiyorlardı ki; artık buna dayanacak takatleri kalmamıştı. Zaten nereye giderlerse bir iki gün içinde orada da gökten ölüm yağıyordu. Eşi Remziye (57), Oğlu Rıfat (7), Kızları Nidal (4) ve Yasemin (3) bu daracık alanda koyun koyuna yatıyordu.

     Hani Salih uyanmış derinden gelen ezan sesini dinlemiş, yavaş yavaş ağaran alaca karanlıklı ortamı izlemiş ve çevreyi dinledikten sonra yerdeki tozlardan teyemmüm ederek sabah namazını eda etmişti. En son gelen insani yardımın üzerinden nerede ise bir aydan fazla geçmişti. Erzakları kontrol etti. Büyük pet şişelerde en fazla 2 bardaklık su vardı. Yiyecek olarak ta bir pişirimlik kurtlanmış pirinç…

     Uyuyan eşine ve evlatlarına baktı. Hepsi bir deri bir kemik kalmıştı. Ne zamandır çocukları et istiyordu. Dün ufak çocukları et için küçük bir kedinin peşine düşmüştü. Bunlar aklına gelince, Hani Salih’in yine gözleri dolmuştu. Göğsünden iki resim çıkardı. Birisi, terör devleti İsrail’in Sde Teiman hapishanesinde sebepsiz yere tutuklanarak 10 yıl hapis yatan ve geçen yıl naaşını teslim aldığı büyük oğlu Muhammed Gazi Mustafa Salih Ureyf’e aitti. Yaşasa bugün 35 yaşında olacaktı. Diğeri ise 2 numaram dediği Mücahidim diye sevdiği oğlu, Muhammed Salih Semiri (25). O da abisinin intikamı için mücahitlere katılmıştı. İki resmide göz yaşlarıyla öptü.

     Resimleri tekrar koynuna koydu. Tam dışarı çıkacakken eşi Remziye ve oğlu Rıfat uyandı. Eşi nereye gittiğini sorduğunda, onlara dün minik dereye attığı oltalara ve biriktirdiği suya bakmaya gittiğini söyledi. Eşi Remziye’de “Bende Kızılay’ın oraya gideyim. Belki bugün İsrail askerleri bir şeylerin getirilmesine izin verirler.” Dedi. Hani Salih onayladı. “Dikkatli ol!” diye ekledi. Ve oğlu Rıfat’a dönerek; “Kardeşlerine iyi bak. Kesinlikle buradan çıkmayın. Onları da çıkartma. Dron sesi, asker sesi ya da palet sesi, biliyorsun asla ses çıkartmayın. Onlara da Sahip çık.” Dedi.

    Eşi de kendi de minik bir çocuğa diğer çocukları emanet etmenin doğru olmadığını bilerek çaresizce oradan ayrıldılar. Aradan yaklaşık 2 saat geçmiş ve bir mucize gerçekleşmiş, Hani Salih derme çatma iplerle ve toplu iğne, çalı sapı, çiçek dikeni ve ölü bir hayvanın bedeninden bulduğu kurtçuklarla yemlediği oltalarla iki büyük sazan yakalamış ve birikmiş su içine gömülü yerleştirdiği tasların üzerinden güneşle buharlaşan temiz suyu damıtmak için kullandığı naylon düzenekle 5 litrelik bir bidonu dolduracak kadar su ile geri dönüyordu.

    Yaşam alanlarına iyice yaklaşmıştı ki birden bir dron sesi ile irkildi, durdu ve çöktü. Kafasını gökyüzüne kaldırmış dronu ararken birden küçük kızları Yasemin ve Nidal’ın “Baba!” diye seslenmelerini duydu. Dronu gördüğü anda birden bakışları çocuklarına yöneldi. Eşi Remziye ve oğlu Rıfat içeriden fırladı. Minik kızlar tam babalarına koşacakken anne Remziye can havliyle Nidal’ı yakaladı ve yere yattı. Yasemin ise koşmaya başlamıştı. Rıfat da peşine koşmaya başladı. Dron yön değiştirdi. Birden küçük Yasemin’e yöneldi ki, Hani Salih ellerindekileri atarak kızına doğru koşmaya başladı.

     Dron Yasemin’e hızla yaklaşıyordu. Rıfat telaşlandı. Ayağı yıkıntılardan bir parçaya takıldı ve düştü. Hani Salih adeta kızına uçarcasına atladı ki, dron minik Yasemin’in olduğu noktada patladı. Korkunç bir ses, toz, duman yanık et kokusu… Ve kan! Hani Salih doğruldu. Kızının olduğu yerde parçalanmış elbisesi, bir kan öbeği… Toz dağılırken Rıfat’ı gördü. Rıfat ayağa kalkmıştı. Yüzü gözü kan içinde idi. Topallıyordu. Hani Salih şiddetle bağırdı. “Remziye, çocukları al, içeriye gir! Hadi!” “Rıfat sende!”

     Hani Salih dizleri üzerinde, sol elini kızının olduğu yere uzatmak istedi. Hani Salih’in kolu dirseğinden kopmuştu. Kendinden emin bir ifade ile, kefiyesini çıkardı. Dirseğinin üstünden kolunu sıkıca bağladı. Ayağa kalktı. Etrafa baktı. Kızının minik bedeni parçalanmıştı. Cebinden bir poşet çıkardı. Kızının bulduğu uzuvlarını, ayaklarını, ellerini, saçlarını poşete doldurmaya başladı. O, minik bedenin parçalarını toplarken bir siren sesiyle gelen ambulans yanında durdu. Elindeki poşetle ambulansla yöneldi. Uzaktan patlayan bir silah sesi ve sağ omzundan çıkıp ambulansa saplanan mermi hemşirenin yanından geçmişti. Dizlerinin üstüne çöktü. Poşeti hemşireye uzattı; “Kızım, bunun içinde… Allah şahittir. Şehittir. Gömün onu. Allah-u Ekber!” Hemşirenin gözyaşları içinde kendi de şehadete yürüdü.

Bekir AYDOĞAN