Hegel esasen bir terminoloji filozofudur. Onun felsefesini ve metafiziğini kavramak için öncelikle Hegel’in düşünce gayesini ve kökenlerini öğrenmek mecburiyetindeyiz. Hegel’in felsefesi sanılanın pek aksine ayakları yere basan, pratik ve somut bir felsefedir zira Hegel her şeyden önce bir Mutlakiyetçidir. Devletin kutsallaşması gerektiğine ve bu yolla da devletin yetkilerine ve gücüne dair sarsılmaz bir inanç içerisindedir. Felsefenin, mevzu bahis çağın bir ürünü olduğunu düşündüğümüzde; Prusya’nın Alman Milliyetçiliği cereyanının varlığını ve bununla da beraber vatanının Fransızlarca işgalini görmüş bu düşünürün Siyaset Felsefesine temas etmediğini düşünemeyiz. Bunlar hasebiyle; Hegel’in devlet, toplum ve tarih felsefesini anlamak öncelikle Törelliği anlamaktan geçmektedir.

Törellik, anlaşılacağı üzere “Töre” kelimesinden türer. Bu bakımdan doğrudan devletin kökenine tekabül eder, yani hür iradeleriyle birleşmiş ve birtakım yargıları kabul etmiş insanların belirlediği ahlakın ve iyinin kurumsallaşmasına, törellik denilebilir. Ceyhan Işık’ın tanımından da anlaşılabileceği üzere; hem bireysel hem de toplumsal açıdan, kendisi ve iyinin birliği için varolan iyilik, törelliktir. Daha yaygın bir tanımla; toplumun iş ve işleyişlerini düzenleyen sosyal yargılar bütünüdür.

Böylelikle törellik, herkes için iyinin birliğini doğal yollarla sağlamanın anahtarıdır. Böylelikle Hegel; Törelliği, Ahlakın ve Hukukun bir sentezi olarak kabul etmektedir ve ancak Protestan bir devlette bulunduğuna dikkat çekmektedir. İşte bu noktada Sivil Toplumu devletten ayıran yegâne şey ise, törelliktir zira törellik özünde bir kurumsallaşma işidir. Yani törellik, devletin kökeni olan sivil toplumun devletleşmesinin tek ve özgür yoludur. Bunun da kökeninde, Törelliğin öncelikle beni ve “ötekini” de düşünmesini sağlaması yatmaktadır yani Hegel için törellik, medeniyettir. Törellik, benle beraber ötekinin de varlığının bir kabulüdür.

İlk paragrafımda değindiğim çağın belli muhtelif sebeplerinden ötürü Hegel, bu törelliği sadece Protestan bir devlete ait kılmıştır. Hegel törellik vasıtasıyla beraber Kant’ın ebedi barışında sağlandığı gibi bir devlet için “mutlak iyiyi” tayin etme gayesindedir. Ahlakın ve Hukukun, yani bir devletin ve toplumun kökünün birleşimi olan törelliğin bir ayağı ahlakta bir ayağı da devlette olması hasebiyle kendisine meşruiyet kazandırmaktadır.

 Fakat esasen bu törellik, Kant ve Habermas’ın da düşüncelerinin özünde bulunduğundan ötürü daha geniş bir çerçeveyle işlenebilir. Kant ve Habermas, “herkes için iyinin” bulunabilirliğine inanıyorlardı ve bu husus hakkındaki düşüncelerini Hegel’e nazaran daha doğal yollardan kurmuşlardı. Kant, insanın içindeki erdeme; Habermas’ta insanın kültürüne inanıyordu. Fakat Hegel ise devlet vasıtasıyla ahlakın kurumsallaşmasına ve böylelikle törelliğin ortaya çıkmasına, en nihayetinde de “iyinin birliğini” sağlayacağına inanıyordu. Fakat Hegel’in bu teşebbüsünün ilerleyen çağlarda tiranlığa sebebiyet verdiği düşünülmektedir. Bir sosyal bilimciyi anlamak istiyorsak ona peşin hüküm kesmemek gerekmektedir. Öncelikle Hegel’in neden bütün bu ahlak sistemini devlette kurumsallaştırdığını incelememiz gerekmektedir.

Hegel’de en büyük akıl hocası Hobbes gibi bir buhran filozofudur. Gördüğü savaşlar ve geçirdiği politik süreçler, ona toplumsal kaosu göstermiştir. Çok kısaca özetlenebilecek olan bu kaos sürecinin onda insana olan değeri azalttığını elbette tahayyül edebiliriz. Bunların da bir sonucu olarak Hegel’in zihnindeki devlet tasavvurunun değerini ve önemini anlamak önemli bir meziyet olarak bizi karşılamaktadır. Hegel’in zihin yapısını kavradığımıza göre Hegel’i yargılamadan onun istemeden bile olsa yarattığı cehenneme bir göz atmalıyız.

Hegel’in “Gerçek olan, rasyoneldir.” Sözü; felsefe tarihinin en mühim sözlerinden birisidir fakat hep anlamsız bir şekilde yorumlanmıştır. Bu sözün ayaklarını yere bastırmanın yolu, Hegel’in bu sözüyle “Gerçeği” tanımlamasından geçmektedir. Öncelikle Hegel bu sözüyle bir gerçeklik tanımına başvurmuştur ki Heidegger bu “gerçeklik-hakikat bekçiliği” yüzünden Hegel’in felsefesine karşı büyük bir savaş vermiş, gerçeği tanımlanın yahut hakikati bu biçimde tanımlanın imkânına karşı tepkili yaklaşmıştır.  Heidegger, hayatın anlamının yahut Dasein’ın –insanın- özünün bulunabileceğini inanıyordu fakat bunu Hegel gibi nesnel bir konuma koymamıştı.

Kervegan’ın tanımından hareketle, Hegel için gerçeklik: kendinle başkası olmanın bir karışımıdır. Burada törellikle bir bağ kurmazsak, Hegel için gerçeğin bir anlamı kalmamaktadır. Sonuç olarak; Törelliğin, hem birey hem de toplum için iyinin birliği olduğuna değindiğimize göre buradaki iyiliğin kendimizle başkamızın iyiliğini bir karışımı olduğuna da kanaat getirebiliriz. Bu bakımdan Hegel için gerçekliği sağlayan yegâne kurum devlettir ve onun sağladığı törellik vasıtasıyla gerçek elde edilir zira insanı başkası yapacak yahut ötekiyle uzlaştıracak tek kurum devlettir. Hegel için devlet, bütün medeniyetin özüdür.

ALİ KURNAZ-HALİL İNALCIK SOSYAL BİLİMLER LİSESİ 12. SINIF ÖĞRENCİSİ