Nurettin Yıldız'ın köşe yazısı
Allah Teâlâ, ‘Dünyadan nasibini unutma!’ buyuruyor. Allah Teâlâ’nın sözü mü’mine hitaptır. Mü’min ne yapacağını, ne zaman yapacağını anlar Allah’ın sözünden. ‘Dünyadan nasibini unutma!’ emri, namaz kıl emri gibidir, oruç tut emri gibidir. ‘Namaz kıl!’ emri, her gün beş vakitte yapılan ibadet olarak anlaşılır. Oruç tut emri de Ramazan ayı içindeki oruç ibadetini yerine getirmek olarak anlaşılır. Allah’tan gelen bütün emirler için böyle bir alan belirleme yapılabilir. ‘Kurban kes!’ emri de mesela, Zilhicce ayı içindeki ibadeti yapmayı emretmiş kabul edilir.
‘Dünyadan nasibini unutma!’ emrini, alan olarak nereye oturtmalıyız? Evet, Karun kıssasının anlatıldığı bir ayetin içinde geçmektedir bu emir. Ayet bütün mü’minlere hitap ettiğine göre, mü’min olan herkesin ‘dünyadan nasipsiz kalmamak’ denebilecek bir hedefi olması gerekmektedir. Namaza bir alan belirlediğimiz gibi bu emre de bir alan belirlemeliyiz. Her ne kadar ‘dünyadaki yegâne nasibin bir kefendir’ şeklinde özetlenebilecek bir daraltma yapılabilirse de ayetteki emri daha geniş bir alana açmak zorundayız. O alan birkaç metrelik bez olmamalıdır. Bir sofradaki yiyecek de olmamalıdır. Kur’an ehli mü’min insanın dünyadaki nasibi, nasibi algılama tarzı Kur’an’a göre olur. Kur’an’ın yetiştirdiği ilk nesil olan ashabı kiram en güzel örnektir. Onların üzerinden iz sürerek ‘dünyadaki nasibimizi unutmayacağımız’ işler ve projeler üzerinde olmak durumundayız.
Şüphesiz sağlıklı bir beden sahibi olmak, o sağlıklı beden için gerekli imkânlara sahip olmak bir nasiptir. İçinde güven ve huzur hissedeceğimiz bir ev, güzel bir nasiptir. Mutfağımızda bizim ve aile fertlerimizin yiyeceği içeceği şeylerin bulunması, bunların temininde sıkıntı çekmiyor olmak bir nasiptir. Kendisiyle huzur bulacağımız eşlerimizin olması en büyük nasiplerden biridir. Mü’min kardeşlerimizin bulunması, onlarla beraber camilerde namaz kılıyor olmamız bu dünyadaki unutmamamız gereken nasibimizdir. Medreselerimizin bulunması, oralarda ilim öğrenmemiz nasibimizdir. İş yerlerimizin olması, tarlalarımızın olması nasibimiz denecek şeylerdir. Bineklerimizin bulunması nasip denebilecek şeylerdendir. Yaz ve kış mevsimlerinde kullanacağımız farklı mekânların tapularının bizde olması da nasip denen şeyler arasındadır. Zekâtını verdiğimiz kasalar dolusu servetimizin olması böyledir. Helal ve temiz olan her şey bizim bir nasibimizdir.
Bunların hiçbirini unutamayız. Dünyadaki nasibimizi unutmamamızı emreden Allah Teâlâ bize bunları helal kıldı.
Bu dünyada ‘en hayırlı ümmet’ olarak çıkarılmış bulunan bir ümmetin iman eden mü’minleri olarak önümüzde, unuttuğumuz ya da nasibimiz olduğunu kavrayamadığımız bir husus daha vardır. Ümmet olarak o nasibimizi neden ihmal ettiğimizi düşünmek durumundayız.
Biz bir ümmetiz. Dünyada icra edeceğimiz bir kulluk için çıkarıldık, kulluk için varız. Kulluk da insanî şartlarda ve dünya toprağı üzerinde yapılacaktır. Melek değiliz, uzay boşluğunda meskûn da değiliz. Biz varız, bizim gibi diğer insanlar var. Dünya zor bir mekân! İyisi var, kötüsü var. Kolayı var, zoru var. Bunun için de dünyada insan var olduğundan beri, insanları idare eden sistemler var. O sistemler kâh kanun olur, kâh devlet olur, kâh barış olur, savaş olur. İnsan, kendisini ve hizmeti için bulunması gereken diğer mahlûkatı idare etmeye mecburdur. Bunu dünyada var olduğundan beri yapmıştır da.
Bu ümmet, bütün insanlık için çıkarılmış bir ümmettir. Omuzlarında bütün insanlık vardır. Görevden nasibi bütün insanlıktır. Bütün insanlığı omuzlamış bir ümmetin, kendi idaresinden yoksun olması düşünülebilir mi?
Hayır. Bu ümmetin dünyadaki nasibi topraklarındaki petrolden ibaret olamaz. Bu ümmet kendi insanını, toprağını, nimetlerini idare etme hakkına sahiptir. Bu onun nasibidir. İdare edemeyen ümmet, nasibini unutan ümmettir. Coğrafyasına sahip olamayan nasibinden mahrumdur. Eğitimini, ekonomisini, siyasetini planlayamayan nasibinden yoksundur.
‘Dünyadan nasibini unutma!’ ikazını, eve giderken bir ekmek götürmeyi unutma olarak anlamamızda bir sakınca yoktur. Sakıncalı olan, unutulmuş, ihmal edilmiş olan, bu ümmetin başında halifesi, kendi yağı ile kavrulur, kendini idare eder bir ümmet olmayı da Allah’ın ona bir nasip olarak yazdığını unutmaktır. Halifesizlik nasipsizliktir. Kendi yağınla kavrulamamak nasipsizliktir. Ekmeğimizi, elbisemizi nasibimiz olduğu için unutmadığımız gibi, başında halifesi olan bir ümmet olmanın da nasibimiz olduğunu unutamayız. Bize ekmeği helal eden dinimiz bunu önümüze koymuştur.
Petrolden, ziraatten, ticaretten, havadan, sudan, seyahatten nasibimizi isteriz.
Siyasetten nasibimizi isteriz. Sistem ise sistem, ittihad ise ittihad; nasibimizi isteriz.
Nasibimizi unutamayız. Nasibimizi unutmanın akıbeti bizim de unutuluyor olmamız oldu.