YENİ DOĞAN ÇETESİ HEP VARDI…

Hastanede can kırılmış,

Sanırsın ki, cam kırılmış

Soğuk bir mart sabahı, şiddetli bir sancıyla uyandı kadın. Hamileydi, üç hafta kalmıştı doğuma. Dün almışlardı kanunun izin verdiği raporu. Öğretmendi kadın, ikinci çocuğuna hamileydi… 

Fırladı eşi, “aksilik mi var” dedi, hızlıca kıyafetlerini giyerken…. “Evet” diyebildi kadın, kıvranıyordu sancıdan…

Sürekli takibinde olduğu doktoru Bursa’da idi ve dünkü görüşmede her şeyin normal olduğu, bebeğin gayet sağlıklı olduğu, güzelce dinlenmesi, iyi beslenmesi söylenmişti kendisine. Acil bir durum vardı anlaşılan… 

Hazırlanıp çıktılar, hızlıca İnegöl Devlet Hastanesine acilden giriş yaptılar. İlk müdahalenin ardından doğum doktoru çağrıldı. “Doğum başlamış, acil işlemlerini yapın, servise götürün” deyip çıktı odadan. Soğuktu, suratsızdı, merhametsizliğiyle meşhur bir kadındı doktor… 

Doğum servisine çıkarttılar kadını hızlıca… Birkaç kadın doğum doktoru daha vardı hastanede, biri tanıdıklarıydı, samimiydiler hatta. Hemen onu aradı adam. Cevap vermedi, diğerini aradı, izindeymiş… Bir yandan yatış işlemlerini yaparken, diğer yandan güvenilir bir doktor arayışındaydı adam, lakin kimseye ulaşamadı… 

Servise çıktı hızlıca, eşi ağlıyordu, “Bursa’ya gidelim, burada kalmak istemiyorum” diyordu ısrarla…“Tamam” dedi adam girdi koluna… Kayıtta birileri vardı, ebe / hemşire görünümlü kadınlar… “Bak kızım” dedi biri. “Doğum başlamış, Bursa’ya varamazsınız, hem neden böyle yapıyorsunuz, oradakiler de doktor, buradakiler de, orada da bir ebe ilgilenecek seninle, burada da. Ne kusurumuz var bizim”., daha bir çok şey söyledi ve ikna etti öğretmen hanımı… 

Odalardan biri açıldı, yatırdılar kadını… Adamın eline bir liste tutuşturdular “acilen git, filan eczaneden al bunları” dediler. Listede terlik te vardı, çocuk bezi de, şırınga da vardı, serum da, onlarca… “Doğumdan sonra alsak olmaz mı bunları” diyecek oldu, azar işitti hepsinden… 

Koca bir poşetle döndüğünde, ortalıkta temizlikçi kadın vardı sadece, sırıttı pişkince “doğumhaneye aldık, sancı iğnesini vurdum, birazdan olur doğum” dedi… “Nasıl yani sen mi vuruyorsun bu iğneyi, ebeler, hemşireler nerede” diye sordu hiddetle adam… “Onlar kahvaltı yapıyor şu anda, hem sürekli yapıyorum, bana yaptırıyorlar bunu, merak etme”  deyip geçti içeri…. 

Bir süre sonra girdi doğumhaneye ebeler, birbirleriyle şakalaşıp eğlenerek yürüdüler, adam izledi onları uzaktan. Kadının feryatları geliyordu içeriden, adamın içi yanıyordu… 

Buz gibiydi doğumhane, ebelerin her ikisi de anormal derecede, suratsız ve lakayt… Yaşlı olan bir sigara yaktı, açtı pencereyi üfledi dışarı, “bağırma, ne bağırıyorsun” diyerek azarladı kadını. “Eşimi çağırın, yalvarırım eşimi çağırın” diye feryat etti öğretmen hanım… “napacan eşini, o mu yapacak bizim yapacağımızı” deyip attı kahkahasını, bir pavyon şırfıntısı gibiydi hali.. Yüklendiler kadının karnına biri sağından biri solundan… İşkence yapar gibiydiler, dayanamadı kadın bayıldı sancısından…

Adam dış kapı girişinde bekliyordu heyecanla, endişeyle… Doktor hanım geldi telaşeyle, daldı doğumhaneye, yüz ifadesi, hal dili, bir sorun olduğunu gösteriyordu…

Birkaç dakika sonra çıktılar hep birlikte. Sedyede baygın eşi vardı adamın, önlerinden geçip ameliyathaneye götürüyorlardı onu… Yanlarından geçerken yarım ağızla “Anneyi kurtarmaya çalışacağız” deyiverdi doktor… Öylece kalakaldı adam… Bir süre sonra en meşhurları geldi kadın doğumcuların, o da telaşeyle daldı ameliyathaneye… 

Adam anladı, adam kahroldu, adam bekledi, dua etti, ağladı…. 

Bir kâğıt kutuda getirdiler kızının cansız bedenini, yeşil bir beze sarılıydı. “başınız sağ olsun” dedi yürüdü hizmetli… Kucağındaydı aylardır beklediği biricik kızı, avuçlarındaydı, oğlunun günlüğünde günbegün gelişini yazdığı kardeşi, Çağla’sı, sessizdi, soğuktu, küsmüş gibiydi….

Adam baktı kutuya dakikalarca, heykel gibi durdu kapı önünde, utancından bakamadı yüzüne bebeğinin… “Beceremedim, koruyamadım, gelişine yol olamadım, affet kuzum” dedi, içine içine ağladı adam… Çok sevdiği Mahmut abisi aldı elinden kutuyu, (götürüp bir güzel yıkamış Halim’in annesi, kendi adını koymuş “Emine”… Birkaç ay önce vefat etmiş halasının kucağına gömmüşler yavrucağı…)

Anneyi getirdiler bir süre sonra. Ameliyat başarılı geçmiş dediler, odasına aldılar… Bebeğini sordu,”küvözde” dedi adam, “durumu ağır ama”… Oğluna da aynı yalanı söyledi adam, gayesi hazırlamaktı onları öldüğüne… Her köşede gizli gizli ağladı adam .. Kadın hep sordu, oğlu hep sordu halini, “kötüye gidiyor” dedi her seferinde… 

Rüyasını anlattı eşine adam, “Balık tutuyordum, ilk yakaladığım çok güzeldi, herkes hayran kaldı ona, takdir ettiler. Sonra ikincisini kaldırdım, o da harika bir balıktı ama suyun üstüne çıkartamadım, düştü oltamdan” dedi… Kadın anladı, ağladı, “öldü değil mi?” dedi.. Sarılıp ağlaştılar, üç kişi geldikleri hastaneden iki kişi döndüler beş gün sonra… Oğlu da yıkıldı, duyduğunda, birlikte ağladılar günlerce… Kadın dövündü “Gitmeliydim buradan, yavrumu bu zalimlerin eline bırakmamalıydım, ısrar etmeliydim ”diye, adam avuttu imanından aldığı kuvvetle “Yavrumuzun vadesi bu kadarmış, Allah alacaktı onu bize göstermeden, gitseydik yolda alacaktı, tevekkül edelim, şükredelim amma bu işin peşini bırakmayalım. Sanırım Allah, bizim elimizle bazı şeylerin açığa çıkmasını murad ediyor. İnşallah cennette karşılayacak bizi meleğimiz”…  

Kadının ağlaması hiç bitmedi ya, adamın içi yanar hala, oğlansa nasıl bir travmada, anlatmadı asla…

Adam şikâyetçi oldu katillerin hepsinden, doktor(!) N. büyük bir kasapmış meğer. A. ebe, ebe görünümlü katil, diğeri vicdansız bir muhacir… Hizmetli kadın ise inkâr etti yapılanı, yalancı şahitlik etti Allahtan korkmadan… İdari yönden kusurlu değillermiş (!) öyle yazıldı rapor, kaymakam da onayladı… 

Savcı, “Benim de canımı yakmışlardı vaktiyle bunun gibiler. Merak etme sen, dünyayı dar edeceğim bunlara” deyip su serpmişti içine adamın... Araya hatırlı birilerini koydular, davadan vaz geçmeleri için, çiçeklerini iade edip “Dünyaya gelme hakkını elinden aldığınızla helalleşin siz. Bu dünyada biz uğraşacağız ama öte âlemde o da yapışacak yakanıza bizimle birlikte.” Deyip sepetlediler her seferinde…

Olmadı, başaramadılar, dört yıl sürdü dava, sonunda Yargıtay da onadı, dünyalık haklılıklarını(!)… 

Meğer ne ocaklar söndürmüş bunlar, merhametsizlikleriyle, ihmalkârlıklarıyla, beceriksizlikleriyle, ne canlara kıymışlar, öğrendiler hepsini… 

Sosyal medya yoktu, kolay değildi anlatmak... Deşifre edemediler kamuya, ulaşamadılar bir büyük makama… Bu ülkede hep değersizdi insan, adamın adamı vardı ve zalimi koruyordu hukuk…

Görev yaptıkları okulda bir gelenek vardı, doğum yapana bir çeyrek altın…

Çeyrek altınla yaptılar mermerden mezarını, taşına düştüler ölüm kaydını:

Emine Çağla YÜCEL, doğum tarihi 31 mart 2001- Ölüm tarihi 31 mart 2001

….

Hikâyedeki adam ben olmayaydım, eşim olmayaydı o talihsiz kadın, nereden bilecektim yeni doğan çetesinin her zaman var olduğunu, nasıl inanacaktım bu kadar vicdansız olabileceklerine okumuş adamların(!)… 

İyi ki cehennem var….

Yusuf Şevki YÜCEL