Başlık olarak kullandığımız yukarıdaki iki kelimeden ilkini tanımlamak, tarif etmek şüphesiz ki daha zor. Dar sözlük anlamıyla bakacak olursak; “Âlim” bilen demektir.
Bilmek ma’nâsına gelen “İlm” fiilinden türetilmiştir âlim. Bir ya da birden fazla bilim dalında derinleşmiş kişi anlamında da kullanabiliriz onu. O yönüyle bilim insanı demektir âlim.
Muâllim kelimesini tarif etmek ise nispeten daha kolaydır. Tâ‘lîm ettiren ya da öğreten anlamındadır. Günümüzdeki daha çağdaş karşılığı: “Öğretmen” demektir.
Az ya da çok bildiği bir alanı/konuyu başkalarına öğretmeye çalışana muâllim denilebilir ama âlim demek öyle kolay bir şey değildir. Her muâllim, âlim sayılamaz. Kendi dalımdan örnekle şöyle açıklayayım: Çok az tarih öğretmeni(muâllimi) tarihçi (tarih âlimi) sayılabilir.
Giriş mahiyetindeki bu kavramsal çerçeveyi; bir başka deyişle âlim ve muâllim ilişkini neden anlatmaya çalıştım?
Yazımızın asıl konusunu oluşturan hem büyük bir tarih âlimi ve hem de iyi bir muâllimden bahsedeceğim için böyle bir girişi uygun gördüm. Bu dünyadan bir de Mükrimin Halil Yinanç geçti; hem âlim hem muâllim.
Mükrimin Halil Hoca’yı en iyi anlatabilecek tek bir kelime istense eğer: “Hâfız” derim.
1900 yılında Elbistan’da Kadı Halil Kâmil Efendi’den olma ve Ayşe hanımdan doğma Mükrimin Halil, daha çocukluğunun ilk yıllarında Allah vergisi sıra dışı hafızasıyla dikkat çekmiştir. Tarihçi olmadan yıllar önce, daha 9 – 10 yaşlarında iken: “Hâfız-ı Kur‘an” olmuştur.
Kadı babanın görevi icabı Anadolu’nun muhtelif yerlerinde bulunmak – yaşamak ve okumak imkânı buldu.
Elbistan’dan Malatya’ya, oradan Mardin’e ve sonra da Diyarbakır’a gittiler. Hayat yolculuğunun yaklaşık on dört yıllık bu ilk döneminde Mükrimin Halil, ilk ve orta mektep (İbtidai ve Rüşdî mektepler) öğrenimini yaptı.
1913 yılı sonlarına doğru Anadolu’dan İstanbul’a gelişi, hiç şüphe yok ki Mükrimin Halil’in yaşamında en önemli dönüm noktasıdır. Fatih Sinanağa Mahallesi’nde 1911’de açılmış Gelenbevî İdadisi, açıldıktan iki yıl sonra Sultanî adını almıştır.
Güneydoğu Anadolu’dan yeni gelmiş parlak zekâlı genç Mükrimin Halil, bu mektebe kaydedildi ve üç yıl içinde mektebin ilk mezunlarından birisi oldu.
Hâfız-ı Kur‘an, Hâfız-ı Târih olma yolunda ilk basamağı atlamaya hazırdı artık.
Koca Osmanlı memleketinin tek üniversitesi olan Darülfünun’ün (Bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin) Tarih şubesine 1916 yılı sonunda kayıt yaptırdı. Sözel yeteneğe, sağlam hafızaya dayanan tarihe karşı başından beri ilgisi vardı. Kısa zaman içinde bölümün en iyi talebelerinden biri olarak dikkat çekti.
Okumaya, araştırmaya karşı doymak nedir bilmeyen bir iştahı vardı. Okulun hemen yanı başında bulunan, her biri asırlar devirmiş Süleymaniye, Nuruosmaniye, Köprülü… gibi kütüphaneler onun bu iştihasını besleyen menbâlardı.
Onun talebeliği zamanında Darülfünun’da çok kıymetli, birikimli hocalar vardı.
Nitekim Mükrimin Halil’in hocalarından birisi hakkında yazdığı biyografik makale elimizdedir: “Hocam Hâlim Sabit Beyefendi” başlıklı makalede tanıttığı kişi Kazan’dan İstanbul’a gelmiş büyük bir âlimdir.
Türkçe, Arapça, Farsça’nın yanı sıra Rusça ve Almanca’yı çok iyi bilen bu zat, II. Meşrutiyet Döneminde bizde önemli etkiler uyandırmıştır. Bir başka âllame-i cihân hocası Nümizmat Ahmed Tevhid Beyefendi’nin de Mükrimin Halil’in yetişmesindeki katkısı zikredilmeye değerdir. (DEVAM EDECEK)
DR.SALİH EROL