Kur’an’ın ve İslâm Düşüncesinin önemli bir kısmı, Cahiliye Dönemine dair bir eleştiri üzerine kurulmaktadır. Bu bakımdan; Cahiliye Dönemini anlamlandırmak ve anlamak hem Kur’an’ı hem de İslâm Tarihini anlamak için pek önemli bir müessesedir. Cahiliye Dönemi; İslâm Tarihinde yahut herhangi bir sosyal olayda, her zaman olduğu gibi işimize geldiği gibi okunmuştur. Cahiliye Dönemini, o dönemin sosyal ve iktisadî gerçekliklerine uygun yorumlamak yerine kendi vicdanımızı rahatlatmaya yönelik bir okuma gerçekleştiriyoruz. Okullarımızda, televizyon programlarında yahut camilerde; Cahiliye Döneminin insanlarına ve adetlerine ağızlar dolusu hakaretler ediyoruz ve lanetliyoruz, ancak onları anlamaya çalışmıyoruz.

Aslında Cahiliye Dönemine dair modern bir okuma; Alman Şarkiyatçılar ile başlamıştır. Şarkiyatçılığın Alman öncüleri, Fransızlardan farklı olarak İslâm’ı bir bütün halinde anlamlandırmıştır. Bu kişilerin en bilineni, Ernst Bloch’tur. Ernst Bloch, Cahiliye Dönemini şöyle ifade ediyor: “Arap toplumu, Venediklerini ve Milanolarını daha beş yüz yıl evvel kurmuştu.” Bu sözün paralelinde incelemelerimizi yapacağız.

Öncelikle; Mekke-Medine ve Petra bölgesi sanılanın aksine medeniyetten yoksun ve cahil insanların bulunduğu bir mekân değildi. Tam aksine; Sasani-Bizans ve Mısır’ın kesiştiği bir noktada ticaret yollarının üzerinde bulunuyordu. Yani bu insanlar sandığımız gibi diğer milletlerle ve kültürlerle tanışmamış değildi zira bulundukları mekân buna engeldi. İnsanlık tarihin en önemli ve en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapan, Doğu ve Batı Medeniyetlerinin birleşme noktası olan Mezopotamya’nın hemen aşağısında yer alıyorlardı bu insanlar.

Ki, bu insanlar çok uzunca bir süre önce kent yaşamına geçmişti ve ilkel aşiret sistemlerinden kurtulmuşlardı. Mekke ve Medine’nin kendisine ait bir Aristokrasisi ve Burjuvazisi bile vardı. Ebû Cehil ve Ebu Lehep prestijli tüccarlardı ve muhtemelen bizden çok daha fazla ülke görmüşlerdi.   Bloch’un da değindiği gibi tarım yapan bedeviler bile vardı. İslâm öncesi Arap Edebiyatı’nın gelişmişliği bunu kanıtlayan bir diğer unsurdur.

Asıl ilgimi çeken husus, bu meselenin Kur’an’da açıkça ortaya konulmasıdır. Hz. Muhammed’in tebliğ süreçleri Kur’an’da anlatılırken diyalog tekniğine pek fazla başvurulur ve bu diyaloglarda sizi kentinden çıkmamış bir köylü karşılamaz. Aksine İbrahimi dinlerin kıssalarını ve argümanlarını iyi bilen; ölüm, ahiret ve yaşam üzerine düşünmüş kişiler sizi karşılar. Kur’an’ın üslubu bile bu meseleyi ortaya koymaktadır.

 O halde şunu anlamış gibi duruyoruz: Cahiliye Döneminde düşündüğümüz gibi aptallar topluluğu karşılamaz. Aksine muhtemelen Mısır vasıtasıyla Antik Yunan eserlerine bile erişebilen, muhtemelen bizden bile daha kültürlü insanlar topluluğu bizi karşılayacaktır.

Avrupalılardan çok daha önce bir burjuvazi ve feodalite kurmuş bir topluluktur Araplar o zamanlarda. Ekonomik tekelleşme, Burjuvazinin yönetimi eline alıp hakikati belirlemesi ve kendisine bütün muhalif sesleri susturan Materyalist bir Aristokrasi vardır Mekke ve Medine’de. Hz. Muhammed; Cehil ve Lehep’in ticari tekeline ve kurduğu Aristokrasiye karşı çıkmıştı. Cehil’in babası Hişam, Mekke’de putlaştırılmıştı bile. İşte, Hz. Muhammed bu cahiliye ile mücadele etmişti. Helvadan put yapıp onu şuursuzca yiyen insanlarla mücadele edilmedi. Aksine organize bir biçimde kendi tekelini koruyan Aristokratlarla mücadele edildi.

Hakikati değil kendi ekonomik çıkarlarını önemseyen, bu ekonomik çıkarlara karşı gelen sesleri kesmeye yönelen ve kendi düzenine çomak sokanları yok etmeye dayalı bir Aristokrasiye karşı bir devrim mücadelesi verdi Hz. Muhammed. Cahiliye işte tam olarak budur ve halen açıkça cahiliye döneminin adetlerini taşımaktayız.

Yazının başında “Cahiliye Dönemi insanlarını anlamaya çalışmalıyız” demiştim. Peki, bir düşünelim; yüzyıllardan bu yana süregelmiş adetleri, ekonomik sistemi ve yerleşmiş politik-iktisadî sistemi kim bozmak ister? Zaten bu düzenden rant sağlayanlar tabii ki istemeyecektir. Halkta ezilse dahi putları yıkmaktan ve toplumun önde gelenlerini karşına almak istemeyecektir. Bu halde, Cahiliye Döneminde sistematik bir körlük olduğunu söyleyebiliriz.

Ne kadar da aptallar ve acizler değil mi? Fakat bu sistemin çok daha fenası bugün dünya üzerinde geçerlidir. Hangimiz; geçmişin yasalarını ve tabularını toplumda hürce eleştirebiliyor ve fikirlerimizi beyân edebiliyoruz? Hangimiz “Acaba başıma ne gelir, ailem ne der?” demeden zalime karşı ses çıkarabiliyoruz? Hangimiz, fikirlerimiz için Yusuf gibi zindanlara girmeyi göz önüne alıyoruz?

Biz bugün nasıl korkuyorsak, onlar da korkuyordu. Korkanlar, unutuldu gitti. Korkmayanlara biz bugün Takva Sahibi diyoruz.

ALİ KURNAZ