Hayatı yüzeysel yaşayanlar, empati kurmaktan çok uzaktır. İnsan, yaşadıklarını anlamlandırabildiği müddetçe belki daha derinden hissedebilir. Gözyaşları yağmur gibi dökülürken, ciğerinin parçalandığını ve kaybetmenin ne kadar acı bir şey olduğunu kaç kişi hisseder.

İnanmışlığın getireceği manevi sorumlulukları terk ettiğinde ya da yapmaya imkan bulamadığında yüreğinde yeşeren sızı nasıl da canını incitir insanın. Kim bilir ki bunu?

“Sabah namazını kılamadığın zaman kalbine kızgın bir şiş batırılmışcasına acı hissetmeyen, hakiki imana eremez.”

Kalbini, göğsünden çıkarıp atmış olanlar, sadece gözlerinin gördüğü şekilsel hoşnutluğa kilitlenip kalmışlardır. Yüreklerinin içine düştüğü girdabı fark edemezler.

Acılar, pleybek yapılarak geçiştirecek şeyler değildir. Namaz kılmadığı için cehennem ateşinin, derisini parçaladığı, etlerini kemiklerinden ayırdığı, kemiklerinin kömür gibi olup un ufak hale döndüğü öyle bir azabı hissetmedikçe; “nasıl olsa çoğu kişi namaz kılmıyor, ben de kılmasam olur!” düşüncesini çok çabuk kabullenebilir.

Bir lokma ekmeğin yokluğunu çekmemiş bir ruh, varsıllığın girdabında boğulur da algılayamaz. Muhtaç olan birine, çaresiz kalmış bir çareye yardım eden insanlar ancak bu hali iliklerine kadar yaşamış insanlar tarafından anlaşılır.

Evsizliği, babasızlığı, annesizliği ya da vatansızlığı yaşamamış kişiler, belki de gurbet nedir hiç bilmeyeceklerdir.

Bir iç geçirmenin sonra derin bir nefes alıp vermenin ne dertler barındırdığını ya da sessiz bir çığlık attığını, kim duyacak ki böylesini yapmamışlar dünyasından.

Gençler, empati kuramıyoruz farkında mısınız? Yüreğimiz acımıyor ya da birinin sevincine çok ciddi boyutta katkı sunamıyoruz. Empati kuramıyoruz, yapay oldu bütün duygularımız, düşüncelerimiz. Ekranlardan görüyor kısa bir müddet, üzerinden geçiyoruz. İçimize dönüp ruhumuzun köklerinde “neden ben böyle oluyorum?” diyemiyoruz. İslamiyet'e yeni girmek için kelime-i tevhidi söyleyince anlayışlarına eşlik etmiyor gözyaşlarımız. Empati kuramadığımız için. İşte ben de söylüyorum aynı kelimeleri ama bunda alınacak ne var ki diyecek cesaretimiz bile yok.

Cesaret demişken, insan nasıl cesur olur ki. Korkaklığı bilmeyen insanın cesaretten haberi de olmaz. Kaybetme korkusunu gönlünün ikliminde yetiştirmeyenler, cesareti de ruhunun üzerine bina edemezler. Kaybedilmesinden korktuğun bir şeyin elden çıkmaması için çaba sarf edilmesi cesarettir belki de. Kimsenin söylemediğini söyleyebilmek, kimsenin yapamadığını yapabilmek cesarettir belki de.

Kolumuzdaki yaranın kabuğunu kaldırırken tüylerimizin çekilişi ile hissettiğimiz acıyı, göğsümüzün sol tarafında da hissetmişizdir belki. Çünkü Yaratıcı bizi etten kemikten ve duygularla yaratmıştır. Can çıkmadıkça duygular Yok olmaz.

İnanmış bir insanla empati kuramazsanız, bir insanın ne kadar güçlü olacağını da anlayamazsınız. İnanmış bir insanla empati kurmadıysanız onun neler başarabileceğini bilemezsiniz. İnanmış bir insan, tüm insanları ayağa kaldırabilir. Zira inanmış insan ölümle yolculuğun bitmediğini bilir ve gülümseyerek yolculuğuna devam eder.

Empati yapmayı bir tedavi olma biçiminde düşünmemiz gerekir. Körelmiş ya da nasırlaşmış duygularımızın törpülenmesi, kabuklarının sökülmesi, nefes alır hale gelmesini sağlamalıyız empati yaparak.

AHMET TAŞTAN