Yine bu haftada Mecit Ömür Öztürk'ün yazdığı “Dervişin Teselli Koleksiyonu” kitabından alıntılarla bir başka tesellinin ışığında yüreğimizi ve dimağımızı ödüllendirmeye devam ediyoruz. Bu hafta yorum tesellisinden bazı iktibaslara yer vereceğim. Kitabın bir kısmını alıntılıyorum ki müellifin hakkına geçmeyelim. Tamamını okumak isteyen lütfen bu kitabı edinsin. Kitapta yazar şunlara değiniyor;
“Yolumuza istenmedik olaylar çıkar ancak bir süre sonra görürüz ki, o olaylar sayesinde büyük kötülüklerden kurtulmuşuzdur; başımıza gelen musibet, bizi daha büyüklerinden muhafaza eden bir paratoner olmuştur. Hz. Hızır gemiyi deldiğinde, Hz. Musa ona itiraz ederek, şüphesiz kötü bir iş yaptın, der. Ancak birkaç sahne sonra, Hz. Hızır'ın o gemiyi sağlam gemilere el koyan zalim bir hükümdardan korumak için deldiği anlaşılır. İşte insanın da hayat gemisi zaman zaman delinmekte ve kırılıp dökülen şeyler olmaktadır. Cenab-ı Hakk kulunu daha büyük tehlikelerden kurtarmak için birtakım musibetlere müptela etmektedir. Musibet, kimi zaman dünyada daha büyüğünden, kimi zaman da âhirette karşısına büyüyerek çıkacak daha ağır bir bedelden insanı korumaktadır. Hz. Mevlana "Kardeşlerinin gönlünde sana kin varsa, kuyuda kalman daha iyidir. Allah, kardeşlerinin kininden korumak için Yusuf'u kuyuya attırdı" (Mesnevi, Cilt 6) diyerek, bu gerçeği ayrı bir şekilde ifade eder.
Kader insanı bazen yaralayarak, bazen hasta ederek, bazen saadetini bozarak, ekonomik sıkıntılarla, işsizlikle ve benzeri sorunlar aracılığıyla başka birtakım felaketlerden kurtarmaktadır. Kader insanı faydalı musibetler, anlamlı olumsuzluklar ve hikmetli kederlerle meşgul etmektedir. İnsan da bunlardan kaçmak ve bir an önce kurtulmak için çırpınıp durmaktadır.
Kur'ân-ı Kerim'de, "Şer gördükleriniz hakkınızda hayır olabilir" buyrulur (Bakara, 216). Hz. Ömer der ki: "İster hoşuma gitsin, ister gitmesin; hangi hal üzere sabahlarsam sabahlayayım benim için fark etmez. Çünkü ben, hayrın hoşuma gidende mi, gitmeyende mi olduğunu bilmiyorum" (İbn-i Kesîr).
Hikmetten yoksun, kötümser bir bakış açısı çocukluğumuzdan itibaren bizi etkisi altına almaya başlar. Çocukken faydamıza olanlar dahi bizleri ürkütür. İğne yaptırmaktan korkarız, babamızın sevdiğimiz bir ayakkabıyı bugün değil de yarın' almak istemesine tahammül edemeyiz. Elimizden oyuncağımızın alınıp bir başkasına verilmesinden rahatsız oluruz. Berbere ilk götürüldüğümüzde cerrahi bir operasyon geçirecekmişiz gibi telaş ederiz. Bazı çocuklar için banyo korkunç bir olaydır, bir şerdir, bir faciadır, bir zulümdür. Oradan kurtulmak için elimizden gelen her şeyi yapmaya çalışırız. Çünkü onların hikmetini bilmiyor, bu aktivitelerin önemini kavrayamıyor, bizim için ne denli faydalı olduklarını idrak edemiyoruzdur. Bunların önemini bizim adımıza anne ve babalarımız bilir ve hikmetin gereğini yerine getirirlerdi. İstekli olup olmadığımıza pek aldırmadan, hoşumuza gidip gitmediğini pek önemsemeden, bunları ihmal etmeksizin bize yaptırırlardı. İlerleyen yaşlarda, yine hikmetini bilmediğimiz başka acılarla karşılaştık. Hikmetini anne babamızın dahi kavrayamadığı ve yine nefsimizin idrak edemediği o şeyler de bizim için gerekliydi. Çocukken anlamını bilmediğimiz olumsuzlukların aslinda olumlu olduklarını yetişkinliğimizde kavradığımız gibi, dünya hayatında şer gibi görünen olayların hikmetlerini de, hakiki hayat olan âhiret yaşamında öğrenecek ve iyi ki bu işler başımıza gelmiş diye sevineceğiz. Yaşça büyümüş çocuklarız; iğneden kaçar gibi, banyodan ürker gibi, berberden korkar gibi bir halimiz var. İnsan-ı Kâmil mertebesinde olanlarsa daha bu dünyadayken kemale erdiklerinden dolayı başlarına gelen olaylardaki güzellikleri görebiliyor, musibetleri gülerek ve severek karşılıyorlar.”
Yazının tamamını kitabın kendisinden okuyabilirsiniz...