“Sevgili Dostum, hep kurtlar koyunları yemiştir; bu kez koyunlar mı kurtları yiyecek?” Madam Jullien'in Fransız Devrimi sırasında oğluna yazdığı bir mektuptan alınan bu cümle, yalın anlatımla günümüz Türkiye'sinde yaşanan sessiz devrimi de ifade etmekte yeterli bir cümledir.
Cumhuriyet'in kurulmasıyla beraber nereden geldikleri belli olmayan ama kendilerini bu ülkenin sahipleri ve efendileri olarak tanıtan/dayatan azınlıktaki ama maddi zenginliği ve kültürel etkinliği olan, bir çoğu bürokraside, basında, iş ve sanat dünyasında çöreklenmiş seküler inanca sahip, kendilerini “laik” olarak isimlendiren bu kişiler CHP ile beraber -ki çoğunlukla askeri darbeler ile birlikte- toplumsal hiyerarşide en üstte yerlerini sağlama almışlardı. Halkın yönetiminde arzu ederlerse demokratik yollarla, işlerine gelmediğinde ise askeri sokağa dökerek müdahil olmuşlar ve 100 yıldır bu toprakların asli unsurlarını her türlü hile ve cebren yönetimden uzaklaştırmak konusunda tüm enstrümanlarını sahaya sürmüşlerdi. Korku imparatorluğu kurdular, 28 Şubat sürecinde zirveye çıkan bu korku rezonansı gitgide büyüdü ve postmodern darbe girişimine kadar genişledi. Lakin hayat her zaman onlara gülümsemezdi. Allah'ın da bir planı vardı elbette.
Ve gün geldi, hesap döndü, keser döndü, sap döndü milli iradenin tecelli etmesiyle Kasımpaşa'dan biri, kendilerine hiç benzemeyen, halkın içinden biri çıkıp gelerek yönetime talip oldu. Bu kabul edilemez bir durumdu. Öngörülemezdi. Mümkün değildi. Ama azgın azınlığın tüm barikatlarına rağmen bu adam başarılı da oldu. Bu ise efendilerin hiç hoşlarına gitmedi. Çünkü kibir dağlarının puslu zirvesinden bambaşka görünüyordu aşağıları. Tüm engellemelere rağmen bu adam geldi ve dönüşümü 20 sene evvelinden başlatarak bugüne kadar getirdi.
Son seçimden sonra artık daha kararlı ve etkin bir mücadele ile koyunların kurtları yeme evresine geçilmiş Kurtların hiç şansının kalmadığı anlaşılmıştı. Çokça zikrettikleri “tek adam” “diktatör” yaftalarına rağmen gerek medyada gerekse iş dünyasında büyümeye ve kartları daha açık oynamaya başladılar. Algı ile halk kitlelerini yönlendirmeye ve toplum mühendisliği yapmaya başladılar. Zaten en başarılı oldukları konuda aldatmaktı. Ne acıdır ki halkı aldattılar. Bu ülkenin %44.88'ini yani 24.595.178 kişi bunlara kandı ve “Yeniden baharların geleceğini” “herşeyin çok güzel olacağını” vehmettirdiler. İnandırdılar. İkna ettiler.
Hadi laik ve seküler inanç sahiplerinin bu tercihleri anlaşılır da müslüman halkın onlara karşı direnmesi ve oyunlarına alet olmaması gerekmez mi? İnanç özgürlüğü konusunda bu zamanda olduğu kadar hiç bir zaman rahat olmadılar oysa. Kızların başörtüsüyle okullara alınmadığı, erkeklerin askeriyede yemin törenlerine ailelerin sırf inançlarından dolayı sokulmadığı ve hatta namaz kılmalarına bile izin verilmediği dönemleri yaşamış, inançlarından dolayı her daim hor ve hakir görülmüş “irticacı”yaftasıyla ötekileştirilmiş bazı müslümanlar bile bu algılara kanıp seküler efendilerinin yol gösterdiği kullanışlı aparatları destekleyerek hayrete düşüren bir refleks gösterdiler.
Elias Canetti, bu tür kitle için “Kitle ve İktidar” kitabında şöyle der; “Kitle artık dindarca vaatler ve koşullarla yetinmez. Kitle, hayvansal gücü ve tutkusuna ilişkin olabilecek en güçlü duyguyu kendisi için hissetmek ister; her tür sosyal bahane ve talebi bu amaca ulaşmak için bir araç olarak kullanacaktır."
En şaşırtıcı olan ise, çok daha dindar olarak bildiğimiz müslüman Kürt halkının da bu katakulliye inanmış ve ateist ilkelerle yönetilen YSP/HDP'nin manivela işlevi görerek işaret etmesiyle %8-9 gibi bir rakamla kendilerine geçmişte zulmetmiş olan efendilerin örümcek ağına yakalanmış olmalarıdır.
Yine Kanetti'nin söz ettiği şu tespitler bu konuda zihnimizde ki taşların yerine oturmasında da etkili oluyor; “Bir kitlenin iç yaşamının en çarpıcı özelliklerinden biri zulme uğramış olma duygusudur; bu duygu bir kez ve sonsuza dek düşman ilan ettiği insanlara yönelttiği kendine özgü bir öfke ve sinirliliktir. Bu düşmanlar haşin ya da yumuşak, sert ya sempatik, keskin ya da ılımlı davranabilirler; ne yaparlarsa yapsınlar yaptıkları her şeyin değişmez bir art niyetten, kitleyi açık ya da sinsi bir biçimde yok etmeye yönelik kasıtlı bir niyetten kaynaklandığı yorumu yapılacaktır.”
Yani tüm bu algılara rağmen su yolunu buldu ve ne olursa olsun ibre koyunların kurtları yemesinin zamanının geldiğini göstermektedir ve bu son dönemeçte olacak olanda budur. Bekleyip göreceğiz...