Siyasettin Bey o gün çok yorulmuştu. Hem bütün dersleri doluydu hem de okulda nöbetçiydi. Günün nihayet son derse geldiğinde derin bir oh çekti. Hangi sınıfa dersi olduğunu öğrenince de yüzü asıldı.

Bu sınıf çoğu öğretmen tarafından şikayet edilen, konuşan öğrencilerin çok olduğu ve bu nedenle verimli ders işlenmeyen bir sınıftı. Siyamettin Bey bütün bunları düşünürken sınıf kapısının önüne gelmiş derin bir nefes aldıktan sonra içeri girmişti.

Öğretmen masasının üzerindeki defteri doldurdu ve derse başladı.  Daha doğrusu başlamak istedi. Bir önceki dersin tekrarı mahiyetindeki sorularına kimseden cevap alamıyor,  derslerini boşa anlatıyormuş gibi hissediyordu. Yalnız bir öğrenci vardı soruların bazılarına çekingen bir şekilde el kaldıran. Eksiğiyle fazlasıyla cevap vermeye çalışan bir öğrenci:   Ahmet.

 Ahmet'in üstü başı hep özensiz olurdu. Saçları uzadıkça uzamış şekilde okula gelir, öğretmenlerden azar işitirdi. Kıyafetleri de pek temiz olmazdı, bu sebeple bakımsız görünürdü. Fakat tüm bunlara rağmen sınıfta bir şekilde başarmak için çabalayan tek öğrenciydi sanki. Tüm gayretine rağmen yüzü hiç gülmezdi. Hep çekingen ve üzgün olurdu. Acı dolu bakışları vardı.

Siyamettin bey o güne kadar bu öğrenciye özel bir ilgi göstermemişti. Notlarıyla hakkını vermiş ve konu üzerinde de fazla düşünmemişti. Fakat o gün bu çocuk ilgisini çekmiş merakını da uyandırmıştı. Zira dersine çabalamasına rağmen alelade bir deftere bütün dersleri yazıyor, kendi dikkat etse de dışarıdan dersleri umursamıyormuş gibi görünüyordu. Siyamettin bey ders bitiminde çocukların hareketlerini izledi. Ahmet'in bıkın bakışlarla tek defterini çantasına koyuşunu ve sınıftan çıkışını takip etti. Sonra onun peşinden ilerledi.

Genç okuldan çıkınca 10 metre ilerideki kahvehaneye yöneldi ve gözden kayboldu. Siyamettin bey 1-2 dakika sonra gidip baktığında Ahmet'in orada çalıştığını gördü. Onun hem okuyup hem de çalışmasının kolay olmayacağını düşündü. Demek ki mecburdu. Maddi durumlarının yeterli olmadığını anlamak zor değildi. Aslında iyi olsa derslerinden daha başarılı alabilecek, geleceği parlak bir çocuktu. Siyamettin bey buna duyarsız kalabilecek bir insan değildi. İçi acıdı gencin bu durumuna.

Ertesi gün okuldan öğrendiğine göre gencin babası iki yıl önce ölmüştü ve annesi de hastaydı. Geçimlerini annesinin örüp sattığı ufak tefek örgülerle ve gencin kahveden  kazandığı parayla sağlıyorlardı.

Hem okulundan hem de evine yetişmeye çalışan gencin bu hali karşısında Siyamettin bey, bir şeyler yapması gerektiğini düşündü. Okuldaki derslerinin işi yüzünden aksattığı yetmezmiş gibi ne bir test kitabı ne de fazladan bir defteri vardı. Potansiyele sahip bir çocuğun yoksulluk yüzünden parlak bir gelecekten mahrum kalmasını hiç istemezdi.

O gün evinde oturdu ve derin derin düşündü. Böyle bir duruma kayıtsız kalmaması gerekirdi. Yardım yapmalıydı ama nasıl? Yardım etmeyi teklif ettiğinde onun kabul etmeyeceğini ya da onurunun kırılacağını tahmin ediyordu. Ona fark ettirmeden yüz yüze yapmalıydı.

En sonunda aklına bir fikir geldi. Belki biraz saçmaydı ama denemeye değerdi. Ertesi gün aklına geleni yapmak için 11-A sınıfına gitti onlar beden dersindeyken. Sınıfta hiç kimse yoktu. Hızlı adımlarla Ahmet'in sırasına ulaştı ve çantasına bir paket bıraktı ve geldiği gibi hızlıca sınıftan çıktı.

Evet bir gün planı buydu. İlk söyleyişle kulağa ne kadar saçma gelse de gencin vereceği tepkiye bağlı olarak her ay ayrı bir ihtiyacını karşılamaya çalışacak, aldıklarını paketleyecek ve Ahmet'in çantasına koyacaktı. Bir sonraki saat o sınıfa dersi vardı. Ahmet'in tepkisini izleyecekti.

Ders zili çaldığında beklemeden sınıfa gitti. Genç de ardından sınıfa girdi aynı bıkkın bakışlarıyla. Çantasını açmasıyla yüz ifadesinin değişmesi bir oldu. Önce şaşkınlık ve merakın ardından ise garip bir tedirginlik belirdi yorgun yüzünde.  Siyamettin Bey gencin tedirgin tedirgin kimseye belli  etmemeye çalışarak hediyeyi açmasını tebessümle izledi.

 ( DEVAM EDECEK)

Öykü Köroğlu|Zeki Konukoğlu Anadolu Lisesi Öğrencisi