Geçen hafta sayın kaymakamımız Eren Arslan başkanlığında her ay yaptığımız bir toplantımız vardı. “Gençlerin ve çocukların okula devamları, akran zorbalığı, teknoloji ve uyuşturucu başta olmak üzere her türlü bağımlılıkla mücadele, çocukların suça bulaşma meselesi, parçalanmış ailelerin çocukları” konu başlıklarımız idi. Kaymakamımız bütün periyodik toplantılarına azami ehemmiyet verir, her konuyu hassasiyetle irdeler ve sonuçlarını titizlikle takip eder; hakkını teslim etmeliyim…
Toplantıda Cumhuriyet Başsavcımız, Emniyet, Jandarma, Sağlık, Aile, Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Müdürleri ve Belediye, Yeşilay, Kızılay, Müftülük temsilcileri vardı… Sunum yapıldı, üzerine konuştuk, her kurum kendi penceresinden değerlendirdi, saatlerce sürdü toplantı…
Durum şöyleydi özetle, “gidişat kötü, eğitim şart”…
“Kötü alışkanlıklardan, bağımlılıklarından uzak tutmak için çocuklarımızı spora yönlendirelim”, çözüm önerilerinden biriydi... Makuldü, mantıklıydı ancak cümle yanlış kuruluyor, bilinçaltına yanlış mesaj veriyordu… Düzenli spor yapan birey, bu tür kötülüklerden uzak olur zaten. Biz herkesi spora yönlendirmeli, bağımlısını da engellisini de, şiddete meyillisini de normalini de sporla buluşturmalıyız ki, sonunda sağlıklı bir toplum oluşsun… Sporun akademik başarıyı desteklediğini anlatmalıyız ki, üstün başarılı çocuklar da spor yapsın, kişisel gelişimleri tamam olsun. Spor, süreç boyunca reahabilite eder toplumu, arıza çıktığında değil… Velhasıl bu husus ulusal bir politika olmalı, kanuni zorunlulukla dayatılmalı vatandaşa, “Her çocuk ilkokuldan itibaren mutlaka en az bir spor branşında düzenli eğitim almalı” demeli otorite…
Bir başka çözüm önerisi şu minval üzereydi “okullarda rehber öğretmenlerin daha dikkatli olması, çocukları iyi tanıması, gözetim altında tutması ve en ufak bir değişime okul idaresince anında müdahale edilmesi…”
Uzun yıllar okul müdürlüğü yapmışım ya, film şeridi gibi hızlıca geçirdim yeniden geçmişi… Öğrenciliğimden başladım, ilk görev yaptığım okullara baktım, rehber/psikolojik danışman öğretmen kavramı yoktu… Ders öğretmenlerimiz vardı örnek alınası, sınıf rehber öğretmenlerimiz vardı, ana / baba mesabesinde yakın… Derdini de bilirdi çocuğun, tasasını da, ufak ufak dokunur, cirmince yön verirdi hayatlarına… İlkokulda öğretmeninin karakterine bürünür çocuk. Orta ve lise de ise sınıf rehber öğretmeni kişilik oluşturur hal diliyle, rol model olur örnekliğiyle…
Sonraları her okula en az bir rehber/psikolojik danışman öğretmen atandı lakin hayal edilen olmadı bir türlü… Rehberlik servisi tabelalı oda, içerisinde envai çeşit anketler, testler formlar vs. ne ararsan vardı da yük yine sınıf rehber öğretmenlerinin sırtında yürür oldu… Aynı statüdeki diğer öğretmenler, kendi derslerinin, yazılılarının, ödev ve geç saatlere kadar ders hazırlıklarının yanında, rehberlik servisinin eline tutuşturduğu kerameti kendisine de meçhul bir takım test ve anketleri uygulama ve hatta sonuçlarını çıkartma durumunda bırakıldı… Rehber öğretmen (afili adıyla psikolojik danışman) saat 9.00 da geldi salına salına, 16.00 da çıktı öğrenciden önce. Odasında kahvesini içti, gırgır şamatasını yaptı, örgüsünü ördü, yeteneğine göre şiirini, romanını yazdı, kitabını okudu, teneffüste yoktu öğrencinin yanında, derste yoktu, kavgada yoktu, nizada yoktu, öğretmenler odasında yoktu, idarede yoktu velhasıl diğer öğretmenlerle ismi konmamış mukayese/muharebe üzere oldu hep… Çok rehber öğretmen gördüm tanıdım, birçoğuyla birlikte çalıştım amma (mutlaka işini dört elle yapmaya çalışan, çocukların, gençlerin derdiyle dertlenen vardır da bana denk gelmeyenler alınmasın lütfen) şöyle dört dörtlük olanına ancak Mudanya’da rastladım….
Köksal TERZİOĞLU, ben ona “Reis” diye hitap ettim hep… Sami Evkuran Anadolu Lisesi’nde göreve başlamadan bir hafta önce ziyarete gittim okulu, halef selef olduğum Kenan beyle çay içtim, sohbet ettim… Okulun yeni müdürünün geldiğini duymuş, hızlıca geldi müdür odasına Reis. Tanıştık, bir süre dinledi, sorular sordu ve nezaketle ayrıldı yanımızdan… (Çok sonra bana anlattığı haliyle arz edeyim)… “yanınızdan ayrıldıktan sonra öğretmenler odasına geçtim. Herkes sizi merak ediyordu, ilk izlenimi bir cümleyle ifade ettim “İyi birine benziyor ama rahatsız edici bir özgüveni var”…
Aynı üniversiteden aynı yıllarda okuyup mezun olmuşuz lakin hiç karşılaşmamış, hiç tanışmamışız… O sol cenahtaydı çünkü, ben sağ cenahta (iyi ki de karşılaşmamışız da husumet olmamış aramızda)…
Uzun saçlarıyla, ihtişamlı bıyıklarıyla, neredeyse her parmağında var olan değişik yüzükleriyle, kulağında küpesiyle, içerikli dövmeleriyle sıra dışı bir öğretmendi benim gördüğüm. Benim de ilk izlenimim olumlu değildi doğrusu… Gördüğü, göreceğim en doğru rehber öğretmenmiş oysa tanıdıkça utandım ilk izlenimimden…
Sürekli okuyordu… Niçe’yi de okuyordu, Alev Alatlı’yı da, Cemil Meriç’i de okuyordu Spinoza’yı da, İncil’i de okumuş, Tevrat’ı da, Kura’n mealini de hatmetmişti defalarca, altını çize çize… Güzel bir oda yaptık ona, parlament maviye boyadık içini, kırmızı bir koltuk koyduk misafir (öğrenciler) için, kapıda boydan bir karikatür ve “sorun yok, hallederiz” davetkâr yazısı… Sabahları öğrenciyle birlikte gelir, içeri alırken kapıda durur, her bir öğrenciye ismiyle hitap eder, laf atar, şakalaşır, yüz ifadelerini takip eder, kimine iltifat eder, kimini odasına davet eder… Öğretmenler odasına geçer, her birine hal hatır sorar, öğrencilerle ilgili bilgi alır, bilgi verir, sonra memurlara selam verir, en son bana gelir, hafta başı motivasyonunu verir ve odasına gider… Akşama kadar öğrencileri davet eder, kendiliğinden gelenin derdine ehemmiyeti ve aciliyetine göre çözüm arar, dakikalarca dinler, dersi boş olan sınıfa dalar, saatlerce konuşur… Sonuçlarını ve yöntemini pek önemsemese de; resmi anket ve testleri kendisi uygular, sonuçlarını kendisi değerlendirir, öğretmenlere kendisi bildirir, sınav öncesinde motivasyon, sonrasında mutlaka değerlendirme seansları yapar, ÖSS konusunda mükemmel tespit ve tercih rehberliği yapar… Çocukların kavgasında yanlarında, barışmasına önayak, aşklarında sırdaş, en mahrem mevzularında güvenebilecekleri arkadaş, gecenin üçünde bile arayabilecekleri abi, parçalanmış ailelerin dibe vurmuş çocuklarına baba… Muhteşem empati, sınırsız özveri ve önsezi, tekamül etmiş merhameti ile gerçek bir öğretmen…
Bu iş için yaratılmış, bu meslek için seçilmiş ve yetiştirilmiş olduğunu düşündüğümü söyledim kendisine… Hayat hikâyesini anlattı bana, Rize’de başlayıp Erzurum’da devam eden, Bursa’nın en varoş, en problemli semtlerinde zirve yapan, fakirlik, garibanlık ve akran zorbalığıyla dibe vurmuş bir hikâyeydi bu… Sonrasında KTÜ Fatih Eğitimi kazanma, geçmişte kötü beslenme ve strese bağlı mide rahatsızlıkları, ameliyatlar filan… Empati yeteneği buralardan geliyordu kesin, dibi görmüştü çünkü… Kaç ciddi meseleyi çözmüştü bu birikimiyle; anne babası ayrılmış bir kızımız vardı, anneanneyle kalıyordu, baba ayrı para gönderiyor, anne ayrı, lakin kız depresyonda, kız bunalımda... Hap içti, intihara kalkıştı… Gecenin bir vakti acile götürmüşler, kendine geldiğinde “Köksal hocamı arayın” demiş, annesinden, babasından önce o koştu yanına…
Bir “anne” profili vardı hikayesinde, aşıktı ona Reis.. Merhameti, basireti, kalp güzelliğini ondan almıştı belli… Kalabalık bir ailede kıt kanaat geçinir halde iken, mahallede evlatlarınca yol kenarına terkedilmiş felçli bir dedeyi evine alıp, yıllarca bakan o güzel annenin evladı da böyle güzel oluyordu işte...
Alay kıraathanesinde, dostumuz Mustafa’yla birlikte, geç saatlere kadar okulu, öğrencileri konuşmayı, saatlerce entelektüel sohbetlerimizi özlediğim Reis …
Her okula senden bir tane lazım….