Kurban bayramı yaklaşıyor. Kurban’ı çoluk çocuk birlikte kesmek, bunun için efor sarfetmek, yorulmak güzel şey. Lütfen hazıra verip bu hayırlı ve güzel adeti unutturmayalım. Mümkünse kendimiz kesmeye gayret edelim. Tabi bu işin zahiri boyutu.

Bu sıralar çokça duyuyoruz, “Kurban aldın mı?” “Kaça aldın?” “Kaç kg et çıkar?” “Derisini ne yapacaksın?” falan filan. Sanki kavurma bayramına giriyoruz. Elbette kurban etlerini hem ihtiyaç sahiplerine hem gelen misafire hem de kendimize ayıracağız ama meselenin merkezini kaçırmayalım. Bir de işin deruni tarafı var ki asıl ıskalamamamız gereken mesele de bu olmalı. Kurban üzerine tefekkür etmeliyiz. Kurban sadece et dağıtma ve açları doyurma üzerine bir emir midir? Yoksa daha batıni bir yüzü var mıdır? Kur’an da geçen Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kurban etmesi ile ilgili kıssa bize ne anlatır? Kıssadan hissemiz nedir? Oysa Kurban’ın daha deruni bir anlamı var Mü’minler için. Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesi gibi kurban edeceği bir şeyleri olmalı insanın. Kurban bayramı bir Mü’min için ömür boyu süren bir devinimdir.

Ali Şeriati Hac kitabında bu konuya farklı bir açıdan değerlendirir;

“İbrahim başlangıçta hikayeyi yeniden anlatıp oğluna “burada seni ellerimle kurban edeceğim demek için ağzını açmadı. Sonunda, Allah’ın güvenine sığındı ve “İsmail rüyamda seni boğazlıyorum” dedi! Öylesine hızlı söylemişti ki bu kelimeleri kendisi bile işitmedi. Sonra sustu. Korkulu ve solgun, İsmail’in gözlerine bakmaya dayanamıyordu. İsmail babasının içinde bulunduğu durumu sezerek onu teselli etmeye çalıştı. “Baba itaatkar ol ve Allah’ın emrini yerine getirmek için tereddütte düşme. Beni de itaat edici olarak bulacaksın. Katlanabilirim ben” dedi.

Sen de İbrahim gibi kendi İsmail’ini getirmelisin Mina’ya. Senin İsmail’in kim? Ancak sen bilebilirsin, başkası değil. Belki eşin, işin, yeteneğin, gücün, cinsiyetin, statün vs. Ne olduğunu bilmiyorum, ama İbrahim’in İsmail’i sevdiği kadar sevdiğin bir şey olmalı. Senin özgürlüğünden çalan, görevlerini yerine getirmeni engelleyen, seni eğlendiren, hakikati duymaktan ve bilmekten alıkoyan, sorumluluk kabul etmektense meşrulaştırıcı sebepler ürettiren ve seni sadece gelecekte senden gelecek yardım için destekleyen ne varsa; işte bunlar onun işaretlerindendir. Onu arayıp bulmalısın. Eğer Allah’a yaklaşmak istiyorsan, İsmail’i Mina’da kurban etmen gerek.

Mina’da kuytu bir köşede İbrahim [AS] oğluyla konuştu! Yüzyıl yaşamış ak saçlı sakallı babanın yanı sıra İsmail gençlik çağına yeni giriyordu. Dünyanın değil Arap yarımadasının göğü böyle bir görünüme katlanamazdı! Tarih, baba ile oğul arasındaki böyle bir konuşmayı kaydetmemişti hiç. Kimse de, dostça fakat ürkütücü bir konuşmayı düşünmemişti!

İsmail’in yerine geçecek koçu (fidye) sen tespit etme, bırak Allah sana yardım etsin ve bir hediye olarak göndersin. O, koçu ancak bu şekilde kurban olarak kabul eder. Koç ancak İsmail’in bedeli olduğunda kurbandır; yalnızca kurban olsun diye koç boğazlamak ise kasaplıktır.” 

Bu sefer bu yazıyı vesile ederek Kurban olayını farklı açıdan değerlendirmeyi deneyelim. Kurbanı kavurma bayramı olmaktan çıkartalım. Yiyelim, içelim israf etmeyelim ama bunun üzerine tefekkür de edelim. Bizim kurban etmemiz gereken İsmailimiz kimdir yahut nedir? Bunun üzerine derin düşünelim. Aksi halde Allah’ın huzuruna utanç duyacağımız şekilde, mahcubiyet ile çıkmayalım Ki zaten mahçup olacağımız bunca günah yükümüz varken bir de…